PATİNAJDAN KURTULMAK

Bazen öyle anlar geliyor ki, insan farkına bile varmadan olduğu yere saplanıp kalıyor,İlerlemiyor,İlerleyemiyor,Daha da kötüsü, ilerlemeye dair hevesini bile...

DİNDARLARIN YENİ ÇEYREK İMTİHANI; YÜZLEŞMELER

Önceki yazımda 20.yy’ın ilk çeyreğini “dağılma”, ikinci çeyreğini “içe kapanma”, üçüncü çeyreğini “toparlanma”, dördüncü çeyreğini “iktidara gelme” olarak tasnif...

DİNDARLARIN ÇEYREK İMTİHANI

Uzun süreli toplumsal değişimleri anlayabilmenin ve anlatabilmenin en pratik yöntemlerinden biri de dönemlere ayırmaktır. Bu yazıda özellikle dindar, muhafazakar,...

GAZZE VE ÖTESİ

Hadiseler olduğunda çoğunlukla hadiselerin sıcaklığını konuşmak isteriz. Biz farklı bir şey yapalım ve Gazze’de devam etmekte olan sıcak hadiseleri...

Dayanıklı Toplum İçin Dayanıklı STK Nasıl Olmalıdır? (Maratonda 35. Kilometre)

Dayanıklı toplum ile sivil toplum kuruluşlarını birlikte ele alacağız. Bendeniz maraton koşmuş birisiyim. Maraton koşusu 42 kilometredir ve bunun...
Yazı
PATİNAJDAN KURTULMAK
Yazı
DİNDARLARIN YENİ ÇEYREK İMTİHANI; YÜZLEŞMELER
Yazı
DİNDARLARIN ÇEYREK İMTİHANI
Yazı
GAZZE VE ÖTESİ
Yazı
Dayanıklı Toplum İçin Dayanıklı STK Nasıl Olmalıdır? (Maratonda 35. Kilometre)
Röportaj

KEMİYET VE KEYFİYET

ÖNDER İmam-Hatip Okulları Mezunları ve Mensupları Derneği, İmam-Hatip’e 1951 yılında girmiş ilk mezunlar tarafından 1958 yılında “İmam-Hatip Okulu Mezunlar Cemiyeti” adıyla kuruluyor. 1960, 1980 darbeleri ve 28 Şubat post-modern darbesinin etkileri ile mücadele ruhunu taşıyan bu kadim cemiyet, bugün 3 bin 155 İmam-Hatip Lisesi, 1 milyon 300 bine ulaşmış öğrencinin, 400 mezun derneğinin ve sayıları yine milyona dayanmış geçmiş mezunların arasında bir bağ, bir köprü, bir ortak akıl oluşturma görevini görüyor. Bugün ÖNDER Genel Başkanlığını Halit Bekiroğlu yürütüyor.

Kemiyet ve keyfiyet nasıl bir araya getirilebilir?

Biz kemiyeti ve keyfiyeti birbirinden ayırarak bağımsız bir şekilde ele almıyoruz. İkisinin beraber yürümesi gerektiğini düşünüyoruz. Özellikle konu İmam-Hatipler olunca 28 Şubat sürecinden sonraki o kayıp dönemin telafisi için kemiyeti yani nicel artışı kesinlikle önemsememiz gerekiyordu. Sayı arttıkça aynı oranda ve aynı hızda kemiyetin yani niteliğin artmayacağını biliyoruz. Ama tam da İmam-Hatipler için artık niteliğin daha çok ön plana çıkacağı bir dönemdeyiz. Biz de Önder olarak 13 Haziran’daki genel kurulumuzda ve akabinde yaptığımız kurultayda bu dönemin ana teması olarak “nitelikli yenilik” başlığını belirledik ve bununla alakalı önemli çalışmalar yaptık ve yapmaya da devam ediyoruz.

Son dönem İHL öğrencileri için böylesi bir okuma skalası belirliyor musunuz?

Elbette, bizim ÖNDER olarak Esma-ül Hüsna’dan da esinlenerek yaptığımız “99 Kitap” listemiz var. O listede önemli isimler yer alıyor. Sizin bahsetmiş olduğunuz isimler 1950’li 1970’li yılların geleneğini devam ettirme açısından elbette önemli, o dönemlerin düşünürlerini önemsemekle birlikte yeni isimlerin yeni yazarların daha doğru ifade edecek olursak “yerli” diyebileceğimiz yazarların ön plana çıkartılması gerektiğini düşünüyoruz. Bu anlamda hem geçmişi muhafaza etmek hem de günümüzdeki yeni değerleri ortaya çıkararak gençlerimizin okuma kültürlerinin doğru şekillenmesine katkı sağlamanın önemli olduğu kanaatindeyim.

Bu isimler ve okuma önerilerinizi nasıl oluşturuyor ve yaygınlaştırıyorsunuz?

Az önceki soruda ifade ettiğim gibi geçmişle günümüzü birleştirecek kitaplar/yazarlar bizim için önemli. Elbette Doğu ve Batı klasiklerini de önemsiyoruz. Bununla birlikte sadece bu listeleri oluşturmak elbette yeterli değil. Eğer bu listeleri pratikte gençlerle buluşturmazsanız çok bir kıymeti yok. Biz o yüzden Türkiye genelinde üniversitelerimizle de beraber önemli kitap okuma faaliyetleri yürütüyoruz. Bu yıl inşallah bütün okullarımızda gruplar oluşturuyoruz, her bir grup 6 kitabı dönem içerisinde okuyacak ve bahar aylarında okudukları o 6 kitap üzerine kurgulanan Türkiye geneline dönük kitap yarışmalarıyla final programı yapacağız ve derece yapan çocuklarımıza da ödüller vereceğiz. Bu şekilde Türkiye genelinde 6000 gurup oluşturmayı planlıyoruz.

Okullar arası münazaralarla yapılan okumaları teşri ederdik. Şimdi okumaların takibi nasıl yapılıyor?

Münazaralar İmam-Hatipliler için çok eğiticiydi. Hem okumaya teşvik ediyor hem de okunanın ifadesine imkan sağlıyordu. İmam-Hatipte okurken hiç unutmuyorum bir münazaramızın konusu “sanat, sanat için midir yoksa sanat toplum için midir?” idi. Aslında sanatın toplum için olduğuna inanmama rağmen sanatın sanat için olduğunu savunmak durumunda kalmış ve yine de kazanmıştım. Münazara kültürü aynı zamanda sosyalliğimizi güçlendirmede önemli rol oynamıştır. Günümüzdeki birlikte okumalarda da ben aynı etkinin olacağını düşünüyorum. Gurup okumaları birlikte hareket etmeyi, birlikte yola çıkmayı doğuruyor.

Münazara aynı zamanda sosyallik mi demek?

İmam-Hatiplerin sosyal yönünün güçlü olduğunu akademik çalışmalar da artık ortaya koymaya başladılar. Sosyal yönü güçlendiren hususlardan biri de şüphesiz insani diyaloglardır. Dolayısıyla münazaralar bu anlamda hem İmam-Hatip tarihinde hem de günümüzde aslında çok önemli bir yer tutmaktadır. Bu münazaraları daha nitelikli yürütebilmek için yine şüphesiz gençlerimizin okumaları, düşünmeleri, kendi aralarında iletişim halinde olmaları bizim için önemli. Son dönemde çokça eleştirisini yaptığımız bireyselleşmenin ve sadece gençlerimizi değil hepimizi aslında iyi kullanalım derken farkında olmadan esir alan teknoloji gerçeğini de hesaba kattığımızda bizim yeniden bu münazara kültürünü yaygınlaştırmamız çok önemli. Birçok okulumuzda bununla alakalı faaliyetler yapılıyor. İnşallah biz de Türkiye genelinde bunu teşvik edecek faaliyetler düşünüyoruz.

Taraftar bir başkan değil, tüm öğrencileri kucaklayan bir yaklaşımla kapsayıcı bir anlayışa sahipsiniz. Bunu nasıl yapıyorsunuz?

Teşekkür ederim. Genel yaklaşımımız şu; İmam-Hatiplere gelen her bir öğrenci bize emanettir ve bizim çocuğumuzdur. Hiçbirini ama hiçbirini dışlamaya ne hakkımız ne de lüksümüz var. İmam-Hatipler gibi mağduriyeti sonuna kadar yaşamış, sayısı 60 bine kadar düşmüş bir camianın bugün öğrenci sayısı 1 milyonu aşmışsa ne müdürlerimizin ne öğretmenlerimizin ne de bizim gibi STK’ların bu öğrencileri beğenmemeleri gibi bir durum söz konusu olamaz. Bütün öğrenciler bizimdir. Farklı renkleriyle, farkı etnik yapılarıyla, farklı mezhepleriyle ve meşrepleri ile İmam-Hatip kapısından giren her öğrenciyi başımızın tacı görüp gereken değeri vermemiz gerekir. Aksi halde hem İmam-Hatiplerin yeniden özlediğimiz ruhuna kavuşması mümkün olmayacak hem de manen hepimiz vebal altında olmuş olacağız. Biz de meseleye bu bütüncül yaklaşım içerisinde bakıyoruz. O yüzden bütün öğrencilerimizi kuşatacak yaklaşımı önemsiyoruz.

Sivil toplum kuruluşları ve kurumlarla entegre çalışmalarınız var mı?

İmam-Hatip öğrencileri ve camiasına hizmet eden herkesi önemsiyoruz. Nasıl öğrencilerimizle ilgili kuşatıcı bakıyorsak aynı şekilde bu camiaya ve ilgili herkese de kuşatıcı bakıyoruz. Asla bu anlamda ÖNDER olarak veya Türkiye’deki diğer mezun derneklerimiz olarak hiçbir kimseyi veya hiçbir kesimi ve kurumu dışlamaya hakkımız olmadığını düşünüyoruz. Samimi niyetle İmam-Hatiplere hizmet eden herkesle iş birliği yapmaya, dayanışmaya, görev paylaşımları yapmaya hazır bir yapıyız. Yeter ki İmam-Hatiplerimiz başta bahsettiğim gibi “nitelikli yenilik” çerçevesinde daha nitelikli hale gelsin. O yüzden birçok STK ile farklı bağlamlarda beraber proje yürütüyoruz. Ve bu işlerde de asla kurumsal bir asabiyet veya milliyetçilik içerisinde değiliz.

İHL öğrencisi bir başka liseden bir kardeş öğrenci sorumluluğu ile yaygınlaştırılabilir mi?

Biz bu kadar İmam-Hatip vurgusu yaparken İmam-Hatip okullarında okumayan öğrencileri farklı göremeyiz. Ben bütün konuşmalarımda her zaman net bir şekilde bunu ifade ediyorum. Biz asla “İmam-Hatipcilik” yapmıyoruz ama bizim ÖNDER olarak çalışma alanımız İmam-Hatipler olduğu için İmam-Hatiplere yönelik çalışmalara yoğunlaşmış durumdayız. Biz diğer öğrencilerle İmam-Hatiplerin ilişkisinin doğal seyrinde olmasının daha doğru olacağını düşünüyoruz. Eğer bunu “zorlama kardeşlik” vb. projeler gibi ele alırsak bir tür “proje refleksi” göstermiş oluruz ki bu işin doğasını ve doğallığını bozar. Bu ülkede bütün öğrenciler bizimdir, bütün öğrenciler bizim için kıymetlidir. 15,5 milyon öğrenciyi de önemsiyoruz ama çalışma alanımız İmam-Hatipler olduğu için bu alana yoğunlaşmış durumdayız. Biz bu doğallık içerisinde devam ettiğimiz takdirde zaman içerisinde İmam-Hatipli öğrenciler ve İmam-Hatipte okumayan öğrencilerimiz arasında doğal etkileşim söz konusu olacak ve kardeşlikler güçlenecek. Biz eğer İmam-Hatiplerin maddi ve manevi niteliğini arttırabilirsek diğer öğrencilerimize de aynı zamanda katkı sağlamış oluruz.

Yakın tarihte “Her yol Mekke’ye çıkar” diyerek yaptığınız değişiklik için nasıl çalışmalar yürütülüyor? 

Özellikle şunu düzeltmeliyim “Her yol Mekke’ye çıkar” sözü bana ait değil. Kitabımın da ana konusunu oluşturan Said Halim Paşa’ya ait bir söz. O sözden hareketle hem kitabımızda hem diğer konuşmalarımızda ve yazılarımızda “her yol Mekke’ye çıkar” sözünü sıkça kullanmış olduk. Yöneleceğimiz adresi ve hedefi belirtmesi açısından çok anlamlı görüyorum bu cümleyi. Bizim ana merkezimizi, -sadece coğrafya anlamında, fizikî anlamda söylemiyorum- mana itibariyle yönelmemiz gereken yönü göstermesi açısından şüphesiz çok önemlidir. Bir de Türkiye’nin İslam dünyasının son 200 yılda özellikle Batıcılık hastalığına yakalanmış olmasını göz önünde buldurduğumuzda, yönelimimizin Batı’ya ve Batıcılığa değil de bizi biz yapan asıl değerimiz olan Kabe’mize, özümüze, dinimize olması gerektiğini göstermesi açısından önemli bir cümledir diye düşünüyorum.

Mesela hac ve umre organizasyonlarında bu şuura dikkat çekilmek istense bunu ÖNDER yapabilir mi?

Hac ve Umre alanında faaliyet yürüten çok güzel sivil toplum kuruluşlarımız var, onların böyle bir çaba içerisinde olmaları fiilen daha gerçekçi olur. Onlara bu fikri ve anlayışı taşıma açısından katkımız olur.

İHL’lerin siyasî malzeme olmaktan çıkarılmasına dair çalışmalarınız var mı?

İmam-Hatipler bütün tarihi boyunca siyasetin dönem dönem konusu edildi. Biz elbette İmam-Hatiplerin siyasetin ötesinde bir yerde konumlanmasını önemsiyoruz. Ama aslında bu konu Türkiye’de din eğitiminin ve din öğretiminin siyasetten uzak ele alınmamasıyla ilgilidir. Ama maalesef Cumhuriyetten bu yana din öğretimi özellikle dönem dönem siyasetin merkezine oturtulmak istenmiştir. Biraz da sorunlar buradan ortaya çıkmıştır. Biz en azından 1 Kasım’dan sonra daha istikrarlı bir dönemin başlayacağını bilvesile bilerek İmam-Hatiplerin siyasetin bir konusu olarak değil ülkemizin ortak bir meselesi olarak ele alınmasını arzu ediyoruz ve bunu da her platformda dile getiriyoruz.

28 Şubat sonrası, bir jenerasyon Allah korkusundan uzak, dini değerlerden mahrum yetişti. Bu derin yaranın tedavisi için ÖNDER neler yapıyor?

İlk başta konuştuğum nicelik ve nitelik tartışmasında da değindiğim gibi, böyle bir yarayı elbette bir anda tedavi edemezsiniz. Kuşakların yetişmesi, kuşakların değişmesi, kuşakların tersine dönüşmesi zaman alan süreçler. Bu anlamda dediğiniz gibi ciddi anlamda bir kayıp dönemimiz var. Biz de bu kayıp dönemi telafi etme çabası içerisindeyiz. Türkiye genelinde 400’ü aşan derneğimizle, katkı sağlayan Ensar Vakfı ve İlim Yayma Cemiyeti gibi sivil toplum kuruluşlarımızla birlikte bu yarayı bir an önce kapatıp bunun ötesinde geleceği inşa etme ve yeni bir medeniyeti el birliği ile inşa etme sürecini gerçekleştirmeye çalışıyoruz.

Şimdi İHL okullarının sayısındaki çokluğu koordine edecek bir program yapılıyor mu?

Az önceki soruda söylediğim gibi, biz tam da bu işi yapıyoruz ve bu çaba içerisindeyiz. Ben geçmişin çok abartılıp günümüzün çok olumsuzlanmasını genel anlamıyla doğru görmüyorum. Bu biraz da yaşı ilerlemişlerin yeni nesli beğenmemesine benziyor bana göre. Hep yeni neslin sıkıntılı olduğunu söyleriz. Tarihi metinlere ve hatıralara baktığımızda 300-500 yıl önce de insanlar yeni neslin sorunlu olduğundan bahsederler. Bu bence bir yanılgıdır. Şüphesiz İmam-Hatiplerin de gençlerin de birtakım eksikleri var. Ama bizim dönemimizde de her şey güllük gülistanlık değildi. Buna rağmen İmam-Hatiplerden çok iyi isimler çıktı. İmam-Hatip kapısından içeri girenlerin hemen hemen hepsi o kimliği almış olarak mezun oldular. Bundan sonra da olacak olan budur. O yüzden bugünlerde şu kısa vadeye bakarak İmam-Hatipli öğrencilerin sadece olumsuz taraflarını görmemek gerekir. Biraz daha orta ve uzun vadeli meseleye bakarsak daha sağlıklı düşünmüş oluruz.

Eğitim sistemindeki uygulamalar hakkında neler düşünüyorsunuz?

Geçenlerde Sn. Başbakanımızın da katıldığı bir programda kendilerine de ifade etmiştim. Türkiye’deki eğitim sistemimizin şüphesiz eksiklikleri var. Epeyce düzelmeler oldu ama hala yeterli değil. Özellikle akademik başarı tabusundan bir an önce kurtulmamız gerekiyor. Test merkezli eğitim sisteminden bir an önce kurtulmamız gerekiyor ve İmam-Hatipler bu anlamda ciddi bir katkı sunmuş olacak. Gençlerimizi bireysellikten kurtarmamız gerekiyor. Zaman içerisinde eğitim sistemimiz de düzeldikçe bu hem İmam-Hatiplere hem düz okullarımıza yansıyacaktır.

İnternet, telefon, sosyal medya gibi dikkat dağıtıcı gereç arasında, çocuklarımıza nasıl bir uygulama ile hem akli hem ruhi bir donanım verilebilir?

Her dönemin farklı araçları var. Araçları kötüleyerek hiçbir yere varamayız. Bu araçlarla yaşayacağız ve yaşamaya devam edeceğiz. Bu araçların ötesine geçip meselenin ruhunu kavramamız ve kavratmamız gerekiyor. 50 yıl önce belli araçlar vardı insanları özden uzaklaştıran. 300-500 yıl önce de farklı araçlar vardı. Ben o yüzden teknoloji ile ilgili çok abartılı değerlendirmelerden uzak durmaya çalışıyorum. Elimizdeki bu araç gereçleri hayırlı ve doğru amaçlar için kullanma çabasında olmalıyız. Bu anlamda tabi ki gençlerimize bilinçlendirici, konferanslar, seminerler, konuşmalar, pratik örnekler göstermemiz önemlidir. Ama en temelde eğer gençlere birebir dokunursanız ve onlarla muhabbet eder, ilişki kurarsanız, teknolojik bağımlılık zaten azalır. İnsanı ve sosyal yanlarını güçlendirip teknolojiyi sadece bir araç gibi görmelerini sağlamamız gerekir. Aksi takdirde o aracın amaca dönüşmesi ve o aracın esiri olmaları kaçınılmazdır.

Özellikle kız öğrencilerin rol model ihtiyacı ile ilgili çalışmalarınız var mı?

Hem kız öğrencilerimizin hem erkek öğrencilerimizin iyi rol modellere ihtiyaçları olduğunu düşünüyorum. Özellikle son dönemlerde medyanın da etkisiyle rol modeli edinme konusunda bir hedef kayması söz konusu olabiliyor. Bu durum sadece çocuklarımız ve gençlerimiz için değil herkes için zaman zaman söz konusu olabiliyor. Popüler olan ve öne çıkanın doğru örnek olduğuna dair birtakım yanılgılar yaşanabiliyor. Artık sosyal medya gibi eşzamanlı olarak çok sayıda kitleyi etkileyecek bir etkileşim aracının varlığı sebebiyle de kontrolsüz şekilde birtakım söylem ve eylemlerin adeta kulaktan kulağa aktarım gibi hızlıca yayıldığını biliyoruz. Biz bu anlamda çocuklarımızı rol model olarak alabilecekleri kişilerle sadece fiziksel olarak değil fikirsel olarak da bir araya getirmeyi önceliyoruz. Burada hem kız öğrencilerimiz hem erkek öğrencilerimizden iyi rol modellerimiz var. Her iki cinsten de çok başarılı öğrencilerimiz var. Ama kızların elbette şu avantajı var. Özellikle İmam-Hatip gibi dava, şuur, bilinçlenme, okuma, araştırma konularında kızlarımızın biraz daha gayretli olduğunu görüyoruz. Sonuç itibariyle bizim çocuklarımıza cinsiyet temelli yaklaşmamız yanlış olur. Çok başarılı kızlarımız olduğu gibi, çok başarılı erkeklerimiz de var. Kızların bu anlamda daha gayretli ve istekli olması bizi sevindiriyor.

Modern zamanlar ile İslami ve tarihi değerlerimiz nasıl mecz edilerek verilebilir?

İslami olanla tarihi olanın zaten birbirini mündemiç olduğunu düşünüyorum. Tarih bilinci verdiğinizde zaten İslami bilinç vermiş oluyorsunuz. Gençlere İslami bilinç verdiğinizde aynı zamanda tarih bilinci kazandırmış oluyorsunuz. Bugün bütün bir İslam dünyasının tarihine gittiğinizde İslam’ı görürsünüz. O yüzden Cumhuriyetle beraber en çok üzerinde durulan konu yeni tarih anlayışı oldu. Toplumları tarihlerinden koparırsanız köklerinden koparmış olursunuz ki kökü kopmuş ağacın kuruması ya da yıkılması kaçınılmazdır. Ama toplumları ve dolayısıyla kişileri tarihle ilişkilendirirseniz kökleriyle ilişkilendirmiş olursunuz.

İHL’lere insani, ahlaki ve İslami değerleri birlikte taşıyan inancı oluşturacak çalışma programları hazırlıyor musunuz?

Bu bizim anlayışımızın temelini oluşturan ana unsurlardan biridir zaten. Biz sadece okullarda öğrencilerin merkezde olduğu bir çalışma yürütmenin de ötesinde geleceğin toplumunu oluşturacak olan bireylerin dimağlarına ulaşacak, bugünle kalmayıp gelecekte de etkilerini sürdürecek izler bırakma düstura ile yola çıkmış bir kuruluşuz. Çocuklarımıza ve gençlerimize kendi bilgilerimizi, tercihlerimizi, tecrübelerimizi ve doğrularımızı dikte etmek yerine hayat yolcukları esnasında yollarını aydınlatacak ve dış dünyadan yansıyanları İslami ve ahlaki değerler ekseninde özümseyip kendi iç dünyalarında bir araya getirmelerine katkı sağlayacak birtakım dokunuşlar yapma gayreti içerisindeyiz. Dolayısıyla düşüncelerimizi ve ortaya koyduğumuz çalışmaları iyiye ve güzele yönelten gayretler bütünü olarak görüp “gayret bizden tevfik Allah’tan” inancıyla hareket ediyoruz.

Eski İHL’liler birer dergi kurduydu. İmkanlar zordu ama harçlıklarıyla takip yapar, öğretmenlerinden destek görürdü. Yanılıyor muyum?

Size katılıyorum. Maalesef Türkiye’de dergicilik bir dönem çok zayıfladı. Dergiciliğin matbu olarak ya da sanal ortamda yapılmasına takılmıyorum. Muhteva anlamında dergiciliğin zayıfladığını düşünüyorum. Oysa dergiler sizin de ifade ettiğiniz gibi süreklilik açısından bize düzenli bazı hatırlatmalarda bulunması hasebiyle çok kıymetli. Ayrıca dergiler aynı zamanda bir mektep gibidirler. O derginin etrafına kümelenen insanlar, gençler, oraya katkıda bulunanlar, abone olanlar, onu okuyanlar, o dergiyi çıkartmak için çaba sarf edenler aslında bir tür mektep, bir tür ocak işlevi görmektedirler. Son yıllarda bunu bir parça yitirdiğimizi üzülerek görüyorum. Biz de Tohum dergisini çıkartıyoruz. 1960’lı yıllardan bu yana devam eden önemli ve geleneği olan bir dergimiz. Ama genel anlamda dergicilik konusunda çok iyi bir imtihan verdiğimizi söyleyemem. Son dönemlerde bu eksikliği gidermeye yönelik teşebbüslerin arttığını görüyor ve seviniyorum.

Bütün zamanların nabzını tutacak bir gençlik hayali için İHL ve sair okullarda neler yapılabilir?

Mesela biz bir projenin lansmanını yaptık. Esenler Belediyesi ile beraber “Şehir Dersleri” adı altında bahara kadar devam edecek bir çalışmaya başladık. Buradaki amacımız şuydu: Artık bizim daha detay ve spesifik konularla ilgilenmemiz gerekiyor. Çünkü biz büyük bir medeniyetin temsilcileriyiz. Ama bu medeniyet geçen 2-3 yüzyılda hasar gördü ve birtakım sıkıntılar yaşadı. Ama önümüzdeki 10 yıl, 50 yıl, 100 yıl içerisinde İslam medeniyeti yeniden neşv-ü nema bulacak ve gençlerimizin buna hazırlıklı yetişmeleri çok önemli. O yüzden biz gençlerimizin şehir alanında, sanat alanında, kültür alanında, mimari vb. alanlarda çok derinlikli bilgi sahibi olmalarını önemsiyoruz ve bu konuda önemli çalışmalarımız var. İnşallah gençlerimiz yarının inşa edicileri olacaktır.

Bu röportaj 2015 yılında Kültür Ajanda Dergisi’nde yayımlanmıştır.

Okumaya devam et
Röportaj

ÖLÇÜLÜ VE MUTEDİL EĞİTİM MODELİ OLARAK İMAM-HATİPLER

ÖNDER İmam Hatip Mezunları ve Mensupları Derneği’nin Başkanı Halit Bekiroğlu ile İmam Hatip Liselerinin konumu, misyonu, durumu ve geleceği hakkında bir görüşme gerçekleştirildi. İmam-Hatip liselerinin eğitim sistemi için gerekli olduğunu vurgulayan Bekiroğlu; matematik, fizik, kimya gibi dünyevî bilimlerin yanında dinî bilimlerin de öğretilmesinin önemini vurguladı.

15 Temmuz sonrası İmam-Hatiplerin durumu ne oldu?

Bugün milletimizi her konuda ve mevkide başarıyla temsil eden İmam-Hatipli gençlerin askeri okullara alınması ordumuza güç ve zenginlik katacaktır. Böylece eğitimin temel kriterlerinden fırsat eşitliği ilkesi de ihya edilmiş olacak. Milletten uzak bir ordu yapısının zararını 15 Temmuz’da bir kez daha görmüş olduk. Ordunun temel, dini ve kültürel referanslarla arasına koyduğu mesafe, orduya sızmaya çalışan marjinal din anlayışlarının güçlenmesine de fırsat verdi ve ordunun sağlıklı bir zeminde ve ülkemize yakışır bir biçimde kendi doğal mecrasında ilerlemesine engel oldu. Bu da geçmişte olduğu gibi maalesef 15 Temmuz’da da yine darbe girişimleri ile neticelerini gösterdi.

İmam-Hatiplerin bundan sonraki dönemlerde Harp Okullarına ve Milli Savunma Üniversitesi’ne alınmasını çok ekstra bir uygulama olarak da görmemek lazım. Bu zaten olması gereken bir uygulamaydı. Doğal olan, İmam-Hatipliler gibi, bu ülkenin bütün vatandaşlarının çocuklarının asker olabilmesi, milletin kendi çocuklarını harp okullarına ve kurulacak olan askeri üniversitelere gönderebilmesidir. Bu yönüyle 15 Temmuz’la birlikte aslında bir tür hak iadesi gerçekleşmekte ve ordu doğal mecrasında teşekkül etme fırsatını yakalamaktadır.

ÖNDER’i anlatır mısınız?

ÖNDER 1958 yılında kurulan ve Türkiye’nin en köklü geleneği olan derneklerimizden biridir. Türkiye’nin ilk İmam-Hatip okulu olan İstanbul İmam-Hatip’in ilk mezunlarının kurmuş olduğu dernek, o günden bugüne en zor şartlara rağmen İmam-Hatiplerle ilgili mücadelesini vermiş, zaman içerisinde farklı dernekler kurmuş önemli bir kuruluşumuzdur. Şuanda da Türkiye genelinde 400’ü aşan dernekle birlikte İmam-Hatiplerimize hizmet ediyor. Malumunuz İmam-Hatiplerimizin sayısı arttı, öğrenci sayısı 1 milyon 200 bini buldu. Okul sayımız da 3155 oldu. Biz bütün bu okullarımızda öğrencilerimizle birlikte İmam-Hatipleri geleceğe taşımaya çalışıyoruz.

ÖNDER bir dernek olarak kuruldu ama şu andaki üstlendiği görev ve misyon itibariyle konfederasyon şeklindeki bir yapıya doğru ilerliyor diyebilir miyiz?

İşlevsel olarak zaten şu anda bir konfederasyon yapısında ama hukuki altyapı itibariyle baktığımızda böyle bir tanım söz konusu değil. Türkiye’yi 21 bölgeye ayırdık, Kocaeli ve etrafındaki illerimiz de birer bölge oluyor. Türkiye’de 21 koordinatörümüzle beraber sayısı toplamda 400’ü aşan mezun derneklerimizin sevk ve idaresini, ortak faaliyetlerini yürütüyoruz.

ÖNDER, KİHMED gibi Türkiye genelinde olan İmam-Hatip mezunları ve mensuplarıyla ilgili derneklerin bir üst kurumu haline gelecek mi?

Şuanda böyle bir çalışma var. Derneklerimizle birlikte yaptığımız 13 Haziran’daki genel kurulda tüzüğümüzde bir değişiklik yaptık. Artık derneklerimiz ÖNDER’e üye olabiliyorlar. Böyle bir altyapı hazırlığı yaptık ancak bizim amacımız işin şeklinden çok muhtevasını doldurmak ve geliştirmek. En azından bu eğitim sezonunun sonuna kadar dernek sayılarımızı ve derneklerimiz arasındaki koordinasyonu arttırmamız gerekiyor. Direkt İmam-Hatiplerle ilgili niteliğe dönük aktif faaliyetler yapmamız daha önemli.

 Bu eğitim sezonunun sonunda muhtemelen sizin bahsettiğiniz konuları masaya yatırıyor olacağız. Federasyon konfederasyona mı evrilecek yoksa daha farklı bir model mi uygulanacak konusu gündemimizin önemli bir maddesi olacak. Ama biz mevcut koordinatörlük sistemimizle ve bu sistemi güçlendirmek suretiyle olaya şekilden çok işlevsel yönüyle yaklaşıyoruz.

ÖNDER’in yapmış olduğu, Türkiye’de uygulanan bu modelin yurtdışına taşınması ve İmam-Hatiplerin yaygınlaştırılması ile ilgili bir açıklama yapabilir misiniz?

İslam dünyası önemli bir kriz yaşıyor. Bence bu kriz sonuç itibariyle bir doğum sancısının işareti. Şuanda İslam dünyasında ifrat tefrit dediğimiz aşırılıklar yaşanıyor. Bir taraftan radikal unsurları, bir taraftan da ılımlı İslam adı altında sulandırılmış bir İslam anlayışını konuşuyoruz. Bu ikisi arasında en iyi model olarak İmam-Hatip modeli en makul, en mutedil, en ölçülü model olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla bu modelin yaygınlaştırılması lazım.

 Kocaeli’nde yaptığımız, Türkiye genelindeki derneklerimizin katıldığı toplantıya başbakanımız da gelmişti. Onunla yaptığımız istişareler, diğer sivil toplum kuruluşlarıyla, kanaat önderiyle yaptığımız istişarelerden şuraya varıyoruz ki İmam-Hatip modelinin geliştirilerek sadece Türkiye’de değil bütün İslam dünyasında yaygınlaştırılması lazım. Hatta bu modelin benzerleri artık Batı’da bile uygulanıyor. Yani İslam ülkesi sayamayacağımız ülkelerde de artık bu model yaygınlaşacak. Ben önümüzdeki süreç içerisinde bunları konuşacağımızı düşünüyorum.

İmam-Hatip misyonu nasıl olmalı sizce?

İmam-Hatip modelinin kendisi zaten aşırılığın önünde bir engel. Dolayısıyla İmam-Hatipte okuyan çocuk bir cemaate gidebilir ama körü körüne o cemaate bağlanmaz. Bir partiyi de destekleyebilir ama körü körüne o partiye bağlanmaz. Bir mezhebe sahip olabilir ama körü körüne mezhepçilik yapmaz. Bir hocayı sevebilir ama o hocaya körü körüne itaat etmez, sorgular.

İmam-Hatip modeli tek boyutlu olmadığı için körü körüne bir itaati zaten ortadan kaldırıyor. Dönem dönem gençlerimizin git gelleri olabilir, bence bunu da tolere etmek lazım. Çünkü sonuç itibariyle İmam-Hatip kimliği gençlerimizin aşırı davranmalarının ve körü körüne bağlılıklarının önünde bir engel oluyor.

Ben kendi hayatımdan da biliyorum, bizim okullarımızda öğretmeni, müdürü eleştirmek çok daha zordu. Şimdiki gençlerimiz o anlamda daha şanslılar ve bence eleştirmeliler de. Ben eleştirme ve eleştirilme konusunda rahat biriyim. Gençler tabi ki eleştirecekler, tabi ki sorgulayacaklar, sadece terbiye ve edep ölçüleri içerisinde bunu yapmaları önemli.

Biz hocalarımızı sorgulardık, onlara sorular sorardık, zorlardık, özellikle bilgisi biraz az olan hocalarımız epeyce bizim karşımızda zorlanırlardı, çünkü okurduk. Kendi aramızda tartışırdık, ertesi gün yeniden tartışabilmek için geceden kitap okumamız gerekirdi. İmam-Hatiplerin bu dinamizmi var. İmam-Hatipler bu araştırmacı ruhla ve bu üretken yaklaşımla, soran/sorgulayan makul ölçüde eleştiren anlayışla inşallah ülkemize değer katacak.

 Körü körüne bağlı olan bir öğrenciden ve bir gençten hiç kimse hoşnut olmamalı. Bunun hiç kimseye faydası olmaz. Devlet de kendi vatandaşından körü körüne itaat beklememeli; öğretmen de müdür de anne baba da. Delikanlı üretmeli, delikanlı sorgulamalı. Zaten gençliğin anlamı ve önemi burada. Dolayısıyla cemaatlerin kesinlikle böyle bir tehlikeye düşmemesi lazım. Gençlerimizin özgün ve özgür yetişmesinin önüne engel koymamaları lazım. Ben bu anlamda İmam-Hatiplerin çok ölçülü bir yerde durduğunu düşünüyorum.

Geçmişteki İmam-Hatip eğitimi ile bugün arasında bir fark görüyor musunuz?

Anadolu’yu geziyorum, farklı yerlerde bulunan İmam-Hatiplere gidiyorum. Oralarda zaman zaman konuşmalar yapıyoruz, sohbetler yapıyoruz, gençleri dinliyoruz. İmam-Hatiplerimizde çok iyi gençlerin olduğunu görüyorum. Elbette bu dönem farklı bir dönem. Hz. Ali oğulları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e tavsiyede bulunurken diyor ki “Çocuklarınızı kendi döneminize göre yetiştirmeyin. Onların çağına, onların dönemine göre yetiştirin.” Bir defa bu dönemle kendi dönemimizi kesinlikle karşılaştırmamamız lazım. Yani “Bizim dönem çok iyiydi, bu dönem çok kötü” anlayışı başından yanlış. Eski metinlere gittiğimizde 300 yıl 500 yıl 1000 yıl önceki metinlerde bile bu yargılamayı görürsünüz. Hep şöyle ifadeler olur, “bizim zamanımız iyiydi ama şimdiki gençler sorunlu”. Bu çok doğru bir tespit değil, bence bunu şöyle ifade etmek lazım. Siz de güzel ifade ettiniz, bizim dönemimiz farklı, bu dönem farklı.

 Dolayısıyla şahsen öncelikle İmam-Hatiplerimizde çok iyi gençlerin varlığından dolayı mutluyum. Çok iyi, çok başarılı gençlerimiz var. Kamplar ve birtakım faaliyetler yapıyoruz. Emin olun görev ve yetki verdiğinizde alıp götürecek çok güzel, büyük işler yapabilecek, liderlik kabiliyeti olan, iyi film çeken, iyi sanat icra eden, iyi spor yapan gençlerimiz var. Bir defa bunu kabul etmemiz gerekiyor.

O günden bugüne belki bir fark; bu “İmam-Hatip ruhu” dediğimiz konuda bazı eksikliklerimiz var. Biz tam da bunun için çalışıyoruz, yeniden bir ruha bir heyecana ihtiyacımız var ama bunu da böyle bir direktif, vaaz, nasihat gibi yapmak çok mümkün değil. Yani bunu yapacak olan da yine İmam-Hatipli gençler. İmam-Hatipli genç bir tür dip dalgayla, kendi gayretleriyle ve çabasıyla bizi, sivil toplumu, medyayı sorgulayacak, daha iyiyi yapma iddiasında olacak. Belki yer yer biraz haddini de aşacak. Ona müsaade edeceğiz ve gençlerimizin önünü açacağız ki, gençlerimiz o dip dalganın etkisiyle yeniden daha üretken bir duruma gelsinler ve İmam-Hatip ruhu dediğimiz ruhu yeniden yakalayabilsinler. Buna fırsat vermemiz gerekiyor.

Bir de takdir edersiniz ki 28 Şubat gibi çok talihsiz ağır bir travma sonrasında, yani son 3- 4 yılda İmam-Hatiplerin önü açıldı diye hemen İmam-Hatiplerimizin bir anda mükemmel olmasını beklemek haksızlık olur. Bugün KİHMED başkanımızla da konuştuk, ortaokul birinci sınıftan itibaren İmam-Hatipli olan çocuklar, artık bu yıl mezun oluyorlar. Allah’a şükür buna çok sevindim. Bu çocuklar artık daha iyi yetiştiler ve bunlar lisede çok daha etkili olacaklar. Çok daha güzel işler çıkartacaklar, biraz da zamana ihtiyacımız var.

Eklemek istediğiniz başka bir konu var mı?

Öncelikle İmam-Hatip modelinin iyi bir model olduğuna, bu modelin ülkemizin ve İslam dünyasının geleceğinde önemli bir rol oynayacağına inanmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu böyle gerçekleşecek. Bugün yetişen öğrenciler inşallah son 2-3 asırdır yaşadığımız medeniyet krizine de bir çözüm üretecekler. Bence bizim dönemimizdeki İmam-Hatiplerden de daha ileriye gidip; çok daha derinlikli, geleceğe yönelik işler yapacak kişiler çıkacak. Eğitim işleri, insanın yetişmesi meselesi öyle birkaç yılla ifade edilebilecek bir süreç değil. Sabırla, ilmek ilmek dokuyarak İmam-Hatiplerin 20-30 yıl sonrasını şekillendirmesine imkan vermemiz ve destek olmamız lazım.

Bu röportaj 2015 yılında Kocaeli Gazetesi’nde yayınlanmıştır.

Okumaya devam et
Röportaj

ŞUUR KAZANDIRAN OKULLAR

2015 yılında ÖNDER Genel Başkanlığı görevine getirilen Halit Bekiroğlu İmam-Hatip okulları hakkında merak edilen konu ve cevaplanmayı bekleyen soruları 212 Haber’den Hacer Türkel ile yeniden gündeme aldı.

Yeni göreviniz hayırlı olsun. ÖNDER Başkanı olarak hayata geçireceğiniz ilk projeniz ne olacak?

57 yıllık bir dernek olan ÖNDER’in güçlü bir geleneği var. Bizden önceki dernek başkanlarımız, yönetim kurulu üyelerimiz önemli işler yaptılar. Allah hepsinden razı olsun. Biz de bu geleneğin üzerine yeni bir şeyler eklemeye çalışıyoruz. “Zamanın ruhu” denen bir şey var. Biz zamanın ruhunu önemseyerek ve o geleneği güncelleyerek yeniden insanlarımıza sunmaya çalışacağız. Bunun için dilimizi, usulümüzü, mesaj biçimimizi yenilememiz ve bununla bağlantılı olarak da mevcut işleyişimizi bugünkü gençlere hitap edecek şekilde yeniden dizayn etmemiz gerekiyor.

Anadolu’da beraber çalıştığımız İmam-Hatip mezun dernekleri var. Bu derneklerin sayısı şu anda 400’ü buldu. ÖNDER bu anlamda bir çatı kuruluşu olarak bu derneklerle beraber hizmet yürütüyor. Hedefimiz Türkiye’deki bütün ilçelerimizde en az bir mezun derneği olması yönünde. Yılsonuna kadar da belli bir hedefimiz var ve o hedefi de inşallah yakalayacağız.

Bir de İmam-Hatiplerle ilgili teorik çalışmalara ihtiyacımız var. İhtiyaç üzerine Tevhid-i Tedrisat’tan sonra ortaya çıkan İmam-Hatip modelini daha da geliştirip, güncelleyerek hem Türkiye’de ve İslam dünyasında hem de Müslümanların yaşadığı diğer ülkelerde modellememiz gerekiyor.

İvedi olarak çözüm bulunması gerektiğini düşündüğünüz problemler var mı? Varsa bunlar nelerdir?

Son dönemde dershane tartışmalarıyla ortaya çıkan bir mesele de temel liselerdir. Temel liseler dershane ihtiyacını karşılamak için oluşturulmuş bir mekanizma; fakat İmam-Hatipte okuyan öğrencilerimiz lise son sınıflarda temel liseye yönelmeye başladıkları için bu durum İmam-Hatip müfredatından tamamen uzaklaşmalarına sebep olabiliyor. Bunun bir problem olduğunu yönetim kurulumuzda müzakere ettik. Buna dair ileriki zamanlarda bir çözüm önerimiz de olacak. Bunun dışında yer yer İmam-Hatiplerimizde ve diğer okullarımızda öğrencilerimizin ahlaki ve sosyal açıdan sıkıntılı durumları var. Bu mevzularla ilgili çok acil gündemlerimizle birlikte bunları çözmeye çalışıyoruz.

Siz de bir İmam-Hatipli olarak İmam-Hatip liselerinin mevcut başarısını ve durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

İmam-Hatipler geçmişte çok başarılı olmuş okullardır ve Allah’ın izniyle bundan sonra da başarılı olacaklar. Biz öncelikle buna kesinlikle inanıyoruz. 28 Şubat sürecinden dolayı İmam-Hatiplerde çok ciddi bir kesinti oldu. 15-16 yıl kadar İmam-Hatiplerin önü tıkandı. İmam-Hatip mezunlarının üniversiteye girmelerinin engellenmesi, başörtüsüyle ilgili problemlerin çıkması vs. gibi durumlar İmam-Hatipte okumayı zorlaştırdı. Son 3-4 yılda yeniden İmam-Hatiplerin önünün açılması ile milletimiz, bu toplumun ihtiyaç duyduğu din eğitimi için çocuklarını gönül rahatlığıyla bu okullara göndermek isteğini gösterdi. Şu anda hiçbir engelimiz yok ama bu hızlı büyümenin getirdiği bir nitelik sorunu var. Bu sorun da 15-16 yıllık bir mağduriyeti hesaba kattığınız zaman bir iki yılda halledilecek bir şey gibi görünmüyor. Her bir çocuk, her bir genç ayrı bir dünya. Onların eğitimi, hazırlanması elbette zaman alacak ama biz 28 Şubat’ın o kayıp yıllarını telafi edeceğimize inanıyoruz ve ÖNDER olarak teşkilat modelimizi ve yapısal durumumuzu da buna göre ayarlıyoruz.

“İmam Hatipler gençlere şuur kazandıran okullardır”

Toplumda yaygınlaşan bir kanaat var. Her geçen gün sayıları artan İmam-Hatip Liselerinin eski kalitesini ve başarını kaybettiği ve imam dahi yetiştirmediği düşünülüyor. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bütün mesele aslında yeniden İmam-Hatip şuuruna sahip olmak. İmam-Hatipten mezun olanlarla oturup konuştuğunuzda hemen hemen hepsinden “70’li, 80’li ve 90’lı yıllarda İmam-Hatipler çok farklıydı. Ayrı bir ruh, ayrı bir heyecan vardı. İmam-Hatipte okuyan en zor çocuk bile mezun olduktan sonra bambaşka bir insan olurdu” cümlelerini duyarsınız. İmam-Hatipler bu anlamda aslında bizim gençlerimize bilinç veren, şuur kazandıran okullardır. Biz bu yönümüzü güçlendirmemiz gerektiğine inanıyoruz.

Son dönemlerde İmam-Hatiplerin kalitesi düştü diyenler, 28 Şubat mağduriyetinin getirdiği o ağır travmayı göz önünde bulundurmalılar. Bunu biz henüz telafi edebilmiş değiliz. Daha yeni yeni toparlıyoruz. Bir de bunu söylerken bilinç ve şuurun sadece öğretmenle ve idareciyle ilgili olmadığını, bunun aileyi, okul aile birliğini, STK’ları ilgilendiren tarafı olduğunu da bilmemiz gerekiyor. Dolayısıyla bu şuuru, bu bilinci verecek olanlar bizleriz. Bu şuuru verdiğimiz takdirde İmam-Hatiplerin aslında akademik, kültürel, sosyal ve sanatsal başarılarda nasıl motive olduklarını göreceğiz. İmam-Hatiplerin halihazırdaki bazı nitelik sorunlarının geçmişteki kayıptan kaynaklandığını ve bunun hızla telafi edildiğini, bu konuda sabırlı olmamız gerektiğini düşünüyorum.

Öte yandan yer yer İmam-Hatiplerin akademik başarısızlığı gündeme getiriliyor. Oysa günümüz modern eğitim sisteminde bir öğrenciye salt akademik başarı merkezli bakılmıyor. Her öğrenci ayrı bir dünya olduğu için, bizim her öğrenciye ayrı bir başarı yaşatma şansımız var ama her çocuğa akademik başarı yaşatmak mümkün değil. Bizim kimi çocuklarımız akademik anlamda başarılı olsun, kimi sosyal yardımlaşma anlamında, kimi kültürde, sanatta, sporda başarılı olsun. Öğretmenler, veliler ve sivil toplum kuruluşları olarak hepimizin bu bilinçle hareket etmesi lazım. İmam-Hatiplileri sadece not ortalamalarına göre hesaplarsak en başta biz yanlış yapmış oluruz.

“Bu ihtiyaç partilerle sınırlı değil”

AK Parti iktidarı döneminde altın çağını yaşayan İmam-Hatip liselerinin iktidarın değişimiyle akıbeti ne olacak? Yeni bir 28 Şubat süreci yaşanır mı?

İmam-Hatipler milletimizin ihtiyacı üzerine doğmuştur ama tarihimize baktığımızda yer yer engellenmeye çalışılmıştır ama bu ihtiyacı hiçbir şekilde ortadan kaldırmak mümkün değildir. AK Parti döneminde okulların önü açıldığında insanların bu okullara nasıl rağbet ettiğini hepimiz gördük. Bu bir ihtiyaçtan, özlemden kaynaklanan bir şey. Siyasi konjonktür her ne şekilde olursa olsun, siyasetten bağımsız olarak biz bu ihtiyacın her zaman devam edeceğine inanıyoruz. İnsanlarımız, çocuklarına din eğitiminin verilmesini istiyorlar. Din eğitimi alırken de aynı zamanda çocuklarının branşlarıyla ilgili hayattan kopmalarını da istemiyorlar. İmam-Hatipler bu yönüyle iyi bir model. Çocuk hem manevi, ahlaki eğitimini hem de yaşamını sürdürebileceği eğitimini alıyor. Bu ihtiyaç partilerle sınırlı değil. Cumhuriyetin en katı zamanlarında bile bu ihtiyaç ortadan kalkmamış. Türkiye’de artık bazı şeylerin değiştiğine inanıyoruz. Başörtüsü, din eğitimi ve İmam-Hatipler konusunda eskiye dönüş çabalarının siyasetçilere ne faturalar ödettiğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Dolayısıyla ben hiçbir siyasi partimizin ve farklı yaklaşımlarda olan insanımızın bu saatten sonra İmam-Hatiplerin bu ihtiyacını ortadan kaldırmaya teşebbüs edeceğini düşünmüyorum ki ederlerse en başta ÖNDER olarak bizi ve diğer STK’larımızı, bu işe gönül vermiş milyonlarca velimizi karşılarına almış olurlar. Bunun da kendilerine bir fayda getirmeyeceğini siyasetçiler gayet iyi bilirler.

“İmam-Hatip okullarını diğer okullardan ayrıştırmak doğru değil”

Önceden İmam-Hatip okulları İHL’lerin bünyesindeydi. Şimdi bağımsızlar. TEOG sınavına giren ve yüksek not alan bir öğrenci İHL’ye gelir mi ya da farklı liseleri mi tercih eder? Buna yönelik bir motivasyon ve altyapı çalışmalarınız var mı?

Bizim tercihimiz 4+4+4 modelinde öğrencimizin ortaokulu da liseyi de İmam-Hatipte devam ettirmesi. Birkaç fazla dersten bahsediliyor ama bu derslerde zaten ortalama bir Müslüman insanın öğrenmesi gereken bilgiler yer alıyor. Kur’an’ı, hadisi, fıkhı öğrenmek inancımıza göre de temel ihtiyaç. Dolayısıyla bunları öğrenmenin o gencimize herhangi bir olumsuz etkisi yok. Sadece günde bir iki saat daha fazla zamanını almış olur.

Biz gencimizin ortaokulda da, lisede de İmam-Hatipte devam etmesini isteriz. Bununla ilgili özellikle TEOG sisteminde teşvike dönük bazı çabalarımız var. Örneğin şu anda bütün Türkiye’deki İmam-Hatip proje okullarını bir katalogda birleştirerek, TEOG sınavına girmiş bütün öğrencilerimize ulaştırmayı planlıyoruz. Buna benzer farklı yönlendirmelerimiz ve çabalarımız da var. Bir genç ortaokuldan sonra İmam-Hatip lisesini de tamamladığı zaman aslında meseleyi daha bütün olarak halletmiş oluyor. Ayrıca bir gencimizin çok özel bir alanla ilgili ayrı bir liseye gitmesi olumsuzluk değil; çünkü Türkiye’deki bütün okullar bizim. İmam-Hatip okullarını diğer okullardan ayrıştırmak doğru değil ama biz işi İmam-Hatipler olan bir dernek olarak tabi ki öğrencilerimizin İmam-Hatipte devam etmesini tercih ediyoruz ve bu konuda da tavsiyelerde bulunuyoruz.

“Gasp edilmiş bir hakkın iadesi var”

Yeni derslikler açılıyor. Bazı ilçelerde derslikler yetmiyor ve bu kez farklı okulların bünyesinde emaneten sınıflar açılıyor. Bu da veliler tarafından sıkıntı oluyor. Buna yönelik çözümleriniz var mı?

28 Şubat sürecinde İmam-Hatiplerin sayısı öyle bir düştü ki bu son hamlelerle İmam-Hatip öğrenci sayısı 10’a katlandı. Binalar yetmedi. Çünkü ihtiyaç çok. Gelen öğrencilerimizi de geri göndermek istemiyoruz. Gasp edilmiş bir hakkın iadesi var. Bu hızlı gelişmenin getirdiği fiziki ortam zorlukları da var. Başakşehir’de bununla ilgili gayret var ama sonuçta bina, inşaat bunlar pat diye olacak şeyler değil. Talep fazlalığını tam karşılayamadığımız için palyatif çözümler bulmaya çalışıyoruz. Yer yer idari, yer yer yapısal sorunlarımız oluyor. Buraya çok takılmadan bunu aşmaya çabalamamız lazım. İşin şeklinden çok içeriğine yoğunlaşmamız gerektiğini düşünüyorum.

İmam Hatip ortaokullarının normal okul binası yerine farklı okullar dönüştürülüyor. Bu yönde de tepkiler var. Bununla ilgili neler söylemek istersiniz?

Ben bunu yine ihtiyaca bağlıyorum. Bu bir ihtiyaçsa ve velilerimiz çocuklarını İmam-Hatibe göndermek istiyorsa burada devlete düşen görev de o ihtiyacı karşılamaktır. O ihtiyacı karşılamak için devlet ya yeni binalar yapacak ya da mevcut binalarda ihtiyaç daha çok nereye yöneldiyse ona göre dönüşüm yapacak. Dönüşüm dolayısıyla zaman zaman çok anlamsız şikayetler söz konusu oluyor. Sanki başka okullar bilerek kapatılıyor da İmam-Hatip yapılıyor gibi bir algı oluşturuluyor. Devlet var olan ihtiyaç karşısında elindeki imkanları en verimli şekilde kullanmaya çalışıyor. Niye şu okul İmam-Hatibe dönüştü dersek bu aslında tersinden bir ayrımcılık olur.

Bu röportaj 2015 yılında yayınlanmıştır.

Okumaya devam et
Röportaj

KÜRESEL KUŞATMAYA İMAM HATİPLİ İSYANI

ÖNDER İmam Hatipliler Derneği, Sirkeci Postanesi önünde Mısır’daki cuntayı ve Mursi’nin idam kararını protesto etti. Türkiye’de 42 ilde ve 26 ilçede İmam-Hatipliler tarafından yazılan mektuplar aynı saatte Mısır’a gönderildi. Protestoyu organize eden ÖNDER Başkanı Halit Bekiroğlu ile Mısır ve protestoları hakkında bir söyleşi gerçekleştirdik.

Biz bugün neyi protesto ediyoruz?

Biz Mısır’daki akıl dışı, mantıksız idam kararlarını protesto etmek için bugün Sirkeci Postanesi’nde toplandık. Bu eylemi eşzamanlı olarak bütün Türkiye’de yapıyoruz. Bütün illerimizde, ilçelerimizde İmam-Hatipliler aynı gün aynı saatte toplanıp, çeşitli postanelerden mektuplarını gönderdiler. Mısır’daki makamlara bu mektuplarla şu mesajı veriyoruz; “Bu uygulama yanlıştır, bu uygulamadan acil olarak vazgeçin! Bu uygulama, tüm Türkiye’de gençleri, İmam-Hatiplileri rencide etmektedir. Bu akıldışı, mantıksız, irrasyonel karardan vazgeçin!”

Peki, mektuplar tam olarak kimler tarafından yazıldı?

Bu mektupları İmam-Hatipli öğrenciler yazdı. Ama binlerce mektubu ortak bir metinde birleştirdiler. Bir komisyon kurdular, kendi aralarında konuştular, böyle bir karar aldılar. Bu metni Türkçe, İngilizce ve Arapça olarak hazırladılar. Aslında bu eylem, İmam-Hatipli gençlerimizin sınırların ötesine mesaj gönderen bir eylemidir.

Mursi adına verilen idam kararı, Türkiye’de ÖNDER’le birlikte birçok kuruluş tarafından protesto ediliyor, çeşitli etkinlikler düzenleniyor. Çığ gibi büyüyen bir tepki var. Sizce tüm bu mücadele bir sonuca ulaşabilecek mi? İdamlar engellenebilecek mi?

ÖNDER bir çatı kuruluş. Anadolu’da dört yüzü aşkın İmam-Hatip mezun derneğimiz var. Biz bu derneklerimizle, aslında iki şeyi amaçlıyoruz. Birincisi, tarihî sorumluluğumuzu yerine getirmek istiyoruz. Böyle bir haksızlık karşısında, İmam-Hatip camiası olarak sessiz kalmamız doğru olmaz. Bu bizim sorumluluğumuz ve bu sorumluluğumuzu yerine getiriyoruz. İkinci önemli husus ise, biz hükmün, son kararın, Allah tarafından verileceğine inanan insanlarız. Sezai Karakoç’un söylediği gibi, “Kaderin üzerinde bir kader vardır.” Bir karar henüz uygulanmadığı sürece o karara yönelik mücadelemizi devam ettirmemiz lazım. Uygulandıktan sonra da devam ettirmemiz gerekecek. Bu bizim yükümlülüğümüz, görevimiz. Bir nebze de olsa bu verilecek karar üzerinde etkili olabileceğimizi amaçlayarak bu etkinliği düzenliyoruz. Karıncanın Hz. İbrahim’in ateşine su taşıması gibi bir durum aslında. Rivayete göre karıncaya soruyorlar: “Bu ateşi söndüremezsin. Ne diye su taşıyorsun?” Karınca da şöyle cevap veriyor: “Ben Allah’ın huzurunda hesabımı doğru verebilmek için bu suyu taşıyorum. Bu yolda olduğum bilinsin istiyorum.” Biz de bu yolda olduğumuzu gösteriyoruz. İmam-Hatip camiası olarak zalimlere karşıyız. Mazlumlardan yanayız. Sadece Mısır’da değil, Doğu Türkistan’da, Suriye’de, dünyanın herhangi bir yerinde gerçekleşen her türlü zulme karşıyız. Özetle bu mesajı vermiş oluyoruz.

Daha genel bir soru sormak istiyorum. Dünyanın birçok yerinde ağır bir kanama var; Mısır, Suriye, Filistin, Arakan, Doğu Türkistan… Sizce, tüm bu kanama ve acı nasıl sonuçlanacak? Nasıl bir senaryo var öngörünüzde?

Şahsen, bütün bu acılara, haksızlıklara rağmen ben tarihin akışına ümitle bakıyorum. Çünkü halihazırdaki yaşadığımız problemler, sadece bugünün problemi değil. 200 yıldır İslam dünyasının yaşadığı bir problem. Biz Mısır’daki uygulamayı sadece Mısır’daki bir uygulama olarak görmüyoruz. Böyle görseydik mektup göndermemize de gerek kalmazdı. Biz oradaki uygulamayı, bütün İslam alemine yapılmış bir haksızlık olarak görüyoruz. Bunun bir mücadele olduğuna inanıyoruz. Eğer biz, inançla, aşkla, yılmadan, usanmadan yolumuza devam edersek bu düzenin değişeceğine inanıyoruz. Belki Mursi adına alınan karar değişmeyebilir. Ama İslam dünyası adına bir seyir var. Tarihin bir akışı var. 200 yıllık mağduriyetten sonra İslam dünyası kendisine gelmeye başlamış. Bunu engelleye bilmeleri mümkün değil. Bu çıkışı sekteye uğratabilirler, dönem dönem düşürebilirler, azaltabilirler ama asla engelleyemezler. Çünkü tarihin akışı bize bunu gösteriyor. Söylediklerimi iki gerekçeyle açıklıyorum. Birincisi, duruma inanç olarak baktığımız zaman da bunu engelleyemezler. Çünkü biz Allah’ın nurunu tamamlayacağına inanıyoruz, ayette söylendiği gibi. İkincisi, sosyolojik olarak da engellenmesi mümkün değil. Dolayısıyla ben meselelere tamamıyla olumlu ve ümitli bakıyorum. Allah nurunu tamamlayacaktır.

Peki tüm bu katliamların eşzamanlı gerçekleşmesi yalnızca bir tesadüf mü? Yoksa olan bitenin perde arkasında farklı güçlerin olduğuna inanıyor musunuz?

Tüm bunlar küresel bir kuşatmanın yansıması. Bunun için yeni bir strateji ortaya çıkardılar. “İslam’a karşı İslam stratejisi.” Yani, Müslümanı Müslümanla uğraştırma stratejisi. Bizim de bu noktada uyanık olmamız gerekiyor. Aklıselim davranmamız gerekiyor. Enerjimizi birbirimizle tüketmek yerine, daha büyük idealler peşinde koşmamız lazım. Dolayısıyla biz fotoğrafın bütününe bakıp bu küresel yaklaşıma karşı nasıl mücadele edeceğimize kafa yormalıyız diye düşünüyorum.

Bu röportaj 2015 yılında Gerçek Hayat dergisi ile yapılmıştır.

Okumaya devam et
Röportaj

SİVİLLEŞME TARİHİMİZ; İMAM-HATİPLER

Tarihimizde önemli yer tutan İmam-Hatip okullarının dünü ve bugünü yakın tarihimiz için öncelikli konulardan biri olmuştur. ÖNDER İmam-Hatipler Derneği’nin çalışmaları ve geleceğe yönelik projelerini Yeni Söz Gazetesi ile söyleşide yeniden gündeme aldık.

Köklü bir dernek olan ÖNDER’i daha yakından tanıyabilir miyiz?

ÖNDER, 1958 yılında, İstanbul İmam-Hatip mezunu bir gurup tarafından kurulmuş köklü bir dernektir. Odak noktası İmam-Hatipler olan ve İmam-Hatiplerdeki din hizmetleri üzerine çalışmalar yapan derneğimiz, maziden gelen güçle bugün Türkiye genelinde 400’ü aşan mezun derneğinin “çatı kuruluşu” hüviyetinde çalışmalar yapmaktadır. ÖNDER ve ona bağlı olan derneklerimizle birlikte Türkiye genelindeki İmam-Hatiplerin niteliğini arttırmaya yönelik faaliyetlerde bulunuyoruz. Bu genel kurulumuzla aynı gün 11. İmam Hatipler Kurultayımızı düzenledik ve “nitelikli yenilik” teması çerçevesinde yeni döneme ilişkin kararlar aldık ve “sonuç bildirgesi” olarak kamuoyu ile paylaştık. Biliyorsunuz İmam-Hatip okullarının sayısı gün geçtikçe artıyor. Sayı artışına paralel olarak nitelik konusu birinci derecede önem arz ediyor. Okullarımızın ve gençlerimizin niteliğini arttırmaya dönük muhtelif (kültürel, sanatsal, sosyal, sportif vb) faaliyetler yapıyoruz ve bunları geliştirerek yeni dönemde de yapmaya devam edeceğiz.

“İmam-Hatip Bir Sivilleşme Tarihidir!”

Mezun derneklerimizle birlikte Türkiye’de 21 bölge koordinatörlüğü oluşturduk. Tüm Türkiye’de yılda 10’dan az olmamak üzere bölge toplantıları yapıyoruz. Bu bölge toplantılarında hem o bölgedeki İmam-Hatip okullarının sorunları hem de genel sorunlar ve çözüm önerileri masaya yatırılıyor. Her derneğimizin yaptığı özgün çalışmalar proje bazlı paylaşılıyor. Az önce bahsettiğim gibi 11. Kurultayımızda olduğu gibi sezon bitiminde tüm bu toplantıların bir özetini kamuoyu ile paylaşmış oluyoruz.

Bu “nitelikli yenilik” temasını biraz açabilir miyiz?

İmam-Hatip okulları darbelerden en çok etkilenmiş ve her defasında küllerinden yeniden doğmuş okullardır. İmam-Hatip tarihi, bir tür sivilleşme, hak ve adalet mücadelesi tarihidir. Okullar bu yönüyle, eğitim/öğretim faaliyetinin yanında etkin bir şekilde sosyal role de sahiptir. Bu kadar yıl sekteye uğratılmış okullarımızın sayısının hızlıca eski sayısına ulaşması dolayısıyla nitelikle ilgili problemlerle karşılaşmaktayız. İmam-Hatipler, sosyal yönü olan okullar olduğu için sadece akademik başarı sağlayan çocukların önemsenmesi, İmam-Hatiplerin niteliğinin arttırılması için kesinlikle yeterli değildir. 15 yıllık kayıp dönemin zararını telafi etmek için bir tür seferberlik uygulaması gerekir. Her bir gencimizi ayrı bir dünya olarak ele alıp maneviyatıyla, dersleriyle, sosyalliğiyle, ilgileriyle ve yetenekleriyle daha bir ileri taşımak için idarecilerimizin, öğretmenlerimizin, derneklerimizin, gönüllülerimizin koordineli bir şekilde çaba sarf etmesini önemsiyoruz. Nitelikli toplulukları hiç kimse ve hiçbir şey engelleyemez. Bugün engellenir yarın ortaya çıkar. Burada engellenir bir başka yerde ortaya çıkar…

“Nitelik” kavramıyla birlikte “yenilik” kavramını ifade etmemizin de önemli bir anlamı var. Niteliği arttırmak sadece teoriyle ve söylemle olmaz. Teorinin çok önemli olduğunu belirtmeliyim ama eğer yapısal durumunuzu, “zamanın ruhu” diye ifade ettiğimiz duruma uygun düzenleyemezseniz düşündüklerinizi uygulamakta zorlanırsınız. Bunun için biz genel kurulumuzdan itibaren yeni yönetimimiz, kurumsal yapımız, derneklerimiz ve gönüllülerimiz ile birlikte daha planlı ve disiplinli çalışmaya başladık. Yani nitel ve nicel gelişimi kendimizi yenileyerek gerçekleştireceğimize inandığımız için “nitelikli yenilik” teması üzerinden ilerliyoruz.

Başkanlığınız döneminde İmam-Hatip camiasıyla ilgili ne gibi düşünceleriniz, projeleriniz var?

ÖNDER, tarihinde de bugün de İmam-Hatiplerin her meselesini kendine dert edinmiş köklü bir dernek. Bundan sonra da İmam-Hatiplerin her türlü meselesini önemsemekle beraber mezunlarımızla birlikte özellikle bu dönemde öğrencilerimize yani ortaokuldaki çocuklarımıza ve liseli gençlerimize yoğunlaşacağız. 28 Şubat sürecinde sekteye uğrayan gençlik hareketlerimizin yeniden canlanması ve bu millete ruh katması için projeler yapacağız. Camiamızın maalesef eksik kaldığı kültür ve sanat projeleri için sanatçılarımızın ve iş adamlarımızın desteğini de bekliyoruz. İmam-Hatipliler arasında öyle yetenekler var ki, şimdiye kadar neden keşfedilip değerlendirilmedi hüznünü yaşamak istemiyoruz. Aynı yetenekler sporda da var. Biliyorsunuz bizim ÖNCÜ SPOR Kulübümüz yıllardır İmam-Hatipler arası müsabakalar, kamplar, eğitimler yapıyor. İnşallah bu eğitim sezonunda Türkiye’deki tüm İmam-Hatipler arası “spor olimpiyatları” düzenleyeceğiz. Kefken’de geleneksel olarak düzenlediğimiz ve birçok mezun derneğimizin de model olarak uygulamaya başladığı liderlik kamplarını tüm bölgelerimizde sürekliliği olacak şekilde uygulayacağız.

İmam-Hatip okulları çocuklarımızın ve gençlerimizin din eğitiminde önemli görev üstlenen okullarıdır. Buradaki eğitimin daha nitelikli olması için çaba göstereceğiz. Bunu yaparken de dönemin şartlarına göre yenilikler katmak için gayret göstereceğiz. Dolayısıyla İmam-Hatipli öğrencilerimizin kalitesini nasıl arttırabiliriz ve bunun için neler yapabiliriz gayreti içinde olacağız.

Mezun derneklerimizle ilgili olarak ise bu yıl sonuna kadar her ilçede mezun derneği kurmaya çabalayacağız. Yeni teşkilatlanma komisyonumuz bugünlerde yılsonuna kadar hedefini somutlaştıracak ama tahminim 957 ilçenin en az %70’inde derneklerimizi kurmuş olacağız. Ve derneklerimiz arasında çok daha senkronize iş yapılmasına dönük kurumsal yapımızı revize edeceğiz.

İmam-Hatip okulları hem yüklendiği inanç bakımında hem de teknik bakımdan ne vaat ediyor?

İmam-Hatip okullarının diğer okullardan farkı fen ve temel ilimlerin yanında İslami bilimleri hem resmi ortamda hem de şeffaf olarak açık, sağlam, sahih kaynaklarla öğretmesi ve manevi bir iklimi oluşturuyor olmasıdır. Dolayısıyla İmam-Hatip okullarından mezun olan öğrenciler bazı marjinal düşüncelere, davranışlara, aidiyetlere, mensubiyetlere yönelmediler. İmam-Hatip okullarının bu özelliği insanımız açısından, milletimiz açısından büyük bir zenginliğe dönüşmüştür. İmam-Hatip modelinin “mutedil model” olduğuna inanıyoruz ve zaman içinde sadece Türkiye’de değil başta İslam dünyası olmak üzere diğer ülkelerde de iyi bir model olacağını düşünüyorum.

İmam-Hatip ruhundan bahsediliyor, ne demek İmam-Hatip ruhu?

Bahsettiğim gibi İmam-Hatiplerin sosyal yönü diğer okullara göre daha güçlü. Bazı akademik çalışmalarda da İmam-Hatiplerin bu farklı yönü ele alınıyor. Sosyaliteye maneviyatı da ekleyince fedakarlığı ön plana çıkan bir model olarak İmam-Hatipler karşımıza çıkıyor. İmam-Hatip ruhu dediğimiz şey en temelde işte bu “fedakarlık” ile ilgilidir. İmam-Hatipli birey olur ama bireysel davranamaz, bencil olamaz. İmam-Hatipli daha çok paylaşımcıdır. Sadece ülkesiyle ilgili değil uluslararası düzeyde de fedakar ve paylaşımcıdır. Filistin’deki haksızlığı dert edinir, Afrika’daki yoksullukla ilgilidir, Mısır’daki haksız idam kararlarından rahatsızdır. “İmam-Hatip ruhu”nu ifade edebilecek en güzel kavramın “diğergamlık” olduğunu düşünüyorum. “Başkası için yaşamak” diye özetleyebileceğimiz bu yaklaşım sırasındaki arkadaştan tutun da sınıfındaki, okulundaki, bölgesindeki, tüm yeryüzündeki insanları hesaba katarak hayata bakmayı ifade eder.

İşte bu ruh aynı zamanda “başarı”nın da motive edici unsurudur. Akademik başarı da bir İmam-Hatipli öğrenci için, bu yönüyle bakınca sayısal ve istatistiksel bir hedef olmanın çok ötesindedir; kendini merkeze almak için değil, insanlara hizmet etmek içindir.

Son zamanlarda İmam-Hatip okullarındaki öğrenci sayısının artışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye Müslüman bir ülkedir, insanımız Müslümanlıkla bütünleşmiştir. Doğal olarak kendi çocuklarının din eğitimi almasını istemektedir. Hangi meslekte olursa olsun din eğitiminin olmasını istiyor. Yani İmam-Hatiplerin sayısının artması tamamen doğaldır ve aslında manevi ve ahlaki ihtiyaca cevap vermektedir. Çünkü velilerimiz sanki ekmek gibi su gibi çocuklarımızın din eğitimi almasını arzu ediyor. Bir de 28 Şubat sürecindeki kesintiye ve haksızlığa maruz bırakılan İmam-Hatiplerin şu anda önünün açılmasını ekstra bir durum gibi değil bir tür “hak iadesi” olarak ya da “asla rücu” olarak görmek gerekir. Yukarıda da değindiğimiz gibi önemli olan bu nicel artışa paralel olarak özellikle STK’ların, İmam-Hatiplere gönül vermiş insanların nitel artışı da aynı performansla geliştirebilmesidir. Biz de ÖNDER olarak işin bu noktasını önemsediğimiz için “nitelikli yenilik” dedik ve gençlerimizin sosyal, kültürel, sanatsal ve sportif gelişimine yoğunlaştık.

Bu röportaj 2017 yılında Yeni Söz Gazetesi’nde yayınlanmıştır.

Okumaya devam et
Röportaj

İMAM HATİPLER İHTİYAÇTIR

Geçtiğimiz günlerde düzenlenen 53. Olağan Genel Kurulu’nda İmam Hatip Liseleri Mezunları ve Mensupları Derneği (ÖNDER) Genel Başkanlığına seçilen Halit Bekiroğlu, ulkehaber.com`un sorularını yanıtladı.

 Öncelikle hayırlı olsun diyelim, yeni başkan seçildiniz. Yeni başkanlık sürecinde ne gibi misyonlar üstleneceksiniz? Ne gibi yenilikler yapacaksınız?

Öncelikle bu mülakatınız için teşekkür ediyorum. Konuşacağımız hususlar hem Ülke Haber için hem de imam hatip camiası için inşallah faydalı olur. Ülke Haber’in ağırlıklı olarak gençlere ve hanımlara yönelik haber yapması bizi çok memnun etti. İmam hatiplerin belli bir misyonu zaten var. Malum olduğu üzere İmam Hatip okulları, çocuklarımızın ve gençlerimizin din eğitimine yönelik faaliyet gösteren okulladır. Bu misyonu daha nitelikli bir şekilde devam ettireceğiz.

İmam Hatip misyonunu devam ettirirken yenilikler de katmaya çalışıyoruz. “Zamanın ruhu”ndan bahsediyoruz. Hz.Ali çocuklarına şu nasihati yapıyor: “Çocuklarınızı kendi döneminize göre değil, onların yaşadığı döneme göre yetiştirin.” Dolayısıyla biz bu dönemin ruhuna, şartlarına yönelik yenilikler yaparak bu misyonu daha ileri noktalara taşımaya çalışıyoruz. Bunu genel kurulumuz öncesinde ve sonrasında ciddi bir şekilde uygulamaya başladık.

Öncelikle kadromuzda önemli oranda yenilik yaptık. Yönetim kurulumuzda %50 civarında yenilenme söz konusu oldu. Eski arkadaşlarımızın çok büyük katkıları ve emekleri oldu fakat bizim artık yeni insanlara ve gençlere yol açmamız gerekiyordu ki onlar kendi dönemlerinin ruhunu daha iyi yansıtabilsinler. Bir de 11. kurultayımızı “nitelikli yenilik” temasıyla düzenledik. Dolayısıyla imam hatipli öğrencilerimizin kalitesini nasıl arttırabiliriz ve bunun için neler yapabiliriz gayreti içinde olmaya çalışacağız.

Geçmiş dönemlere baktığımızda, imam hatip mezunlarının devletin birçok bölümünde siyasi anlamda başrolü oynadığını görüyoruz, en büyük örneği Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan. Peki, yeni mezunlarda bu tarz misyonlarda görev alabilecek, daha ileriye taşıyabilecek arkadaşlarımızı ve mezunlarımızı görebiliyor musunuz? Geleceğe nasıl bakıyorsunuz?

Bahsettiğiniz gibi Sayın Cumhurbaşkanımız imam hatip mezunu ve aynı zamanda ÖNDER Derneğimizin de üyesi. Çok sayıda siyasetçi de imam hatip mezunu ama sadece siyaset alanında değil; bürokraside, iş hayatında, sosyal hayatta, kültürel hayatta ve hatta sporda imam hatip mezunu olan etkili insanlar var. Ama günümüzde siyaset biraz daha ön plana çıktığı için daha çok siyaseti konuşuyoruz. Burada imam hatiplilerin bir karakteristik özelliğinden bahsetmem lazım; İmam hatip okullarındaki öğrencilerin sosyal ve toplumsal tarafı çok daha güçlü. Bence imam hatip mezunlarının siyasette bu kadar etkili olmalarının bir sebebi de budur. Bu konuyla ilgili ciddi akademik çalışmalar da var. Ona dayanarak bunu söylüyorum, nitekim bizim gözlemlerimiz de bu yönde.

“İMAM HATİPLİLER DAHA ETKİN HALE GELECEK”

Biz akademik başarıyı çok önemsemekle beraber öğrencilerimize sadece akademik başarı merkezli bakmak istemiyoruz. Bir öğrencimiz akademik anlamda başarı gösterir, bir öğrencimiz sporda başarı gösterir, diğeri sanatta başarı gösterir, diğeri sosyal faaliyetlerde başarı gösterir. Ama şunu önemsiyoruz; her bir öğrencimiz başarılı olsun, başarı duygusunu yaşasın istiyoruz. Bu yönüyle imam hatipler, sosyal ve toplumsal tarafı etkili olan okullardır. Öğrencilerimizin bundan sonraki dönemlerde sadece Türkiye değil, ülkemiz dışında da imam hatipli gençlerimizin daha etkili olacağını düşünüyorum.

Şuan imam hatip okullarının hızlı artışına yönelik eleştiriler oluyor. Siz bu artışı çok görüyor musunuz, yeterli mi yoksa eksik mi? Daha da üstüne katılması gerekiyor mu sizce?

Siz medya alanıyla ilgileniyorsunuz, iyi bilirsiniz ki eleştiride olumsuzluklar, olumlu duruma göre medyada daha fazla ön plana çıkar. Ama aslında az önce de konuştuğumuz gibi ihtiyaç söz konusu olduğu için insanlar çocuklarını isteyerek gönderiyor imam hatiplere.

İmam hatip mezunlarının Türkiye ekonomisindeki kalkındırmaya yönelik finansal başarısını nasıl görüyorsunuz?

Bu sorunuza iş adamı kimliğimle cevap vereyim. İmam hatip mezunuyum, tarih bölümünden mezun oldum ama dış ticaretle uğraşıyorum. Çok sayıda ülkeyle ticaretimiz var. İhracat-ithalat faaliyetleri yapıyoruz. Türkiye’mizin gıda üzerine önemli bazı markalarının yurtdışında temsilciliğini, distribütörlüğünü yürütüyor, ülkemizi ekonomik anlamda da dışarıda temsil etmiş oluyoruz. Demek ki bir imam hatipli iş adamı da olabilir, finansla ilgili kendi ülkesinde katkıda da bulunabilir, âlim de olabilir, sporcu da olabilir ve sanatçı da olabilir. Biz de bunu söylemeye çalışıyoruz ama ülkede siyaset daha belirgin olduğu için imam hatip mezunlarının sadece siyasetçi tarafı daha bir ön plana çıkıyor. Aksine iş hayatında da, ekonomik hayatta da ve diğer alanlarda da aktif imam hatipliler var.

Bu röportaj 2015 yılında ülkehaber.com’da yayınlanmıştır.

Okumaya devam et
Yazı

İmam Hatip Okullarında Nitelik

Seçim sathı mailine girerken gündemdeki tartışmalardan biri de İmam Hatip okulları…
Öncelikle şu tespiti yapmak lazım; İmam Hatip okulları darbelerden en çok etkilenmiş ve her defasında küllerinden yeniden doğmuş okullardır. İmam Hatip tarihi bir tür sivilleşme, hak ve adalet mücadelesi tarihidir. Okullar bu yönüyle, eğitim/öğretim faaliyetinin yanında sosyal role de sahiptir…
Dolayısıyla bugünlerde bazı siyasilerin, İmam Hatip okullarını akamete uğratmaya dönük yaklaşımları en başta “millet”i rahatsız eder ve milletin buna tahammül mümkün değildir…
İmam Hatiplerin elbette nitelik problemleri var. Bu kadar yıl sekteye uğratılmış okulların bir anda mükemmel okullara dönüşmesini beklemek haksızlık olur…
Hemen her İmam Hatip mezunun sıkça dillendirdiği “eskiden farklı bir ruh vardı” söylemi bu günlerde sıkça tekrarlanır oldu. Bu söylemin tabi ki nostaljik boyutu da var ama İmam Hatip okulları eskisi ile kıyaslanmayacak farklı bir realite ile karşı karşıya. Bu realiteyi doğru tespit etmezsek yanlış kıyasların etkisiyle çözümden uzaklaşırız…
İmam Hatipleri eski ile kıyaslamadan önce bu noktaya gelişin serüvenini iyi bilmek gerekir. 28 Şubat postmodern darbesi İmam Hatiplerin orta bölümünü kapatarak ve katsayı uygulaması başlatarak ağır bir travma yaşanmasına sebep oldu. Sayıları ciddi olarak düşen ve bitme noktasına gelen bu okullar milletin çabalarıyla ayakta kaldı. Son birkaç yılda İmam Hatiplerin önü açılınca okullara ciddi bir rağbet oldu…
Takdir edilir ki 15 yıllık travmayı hemen atlatmak elbette mümkün değil. Bu ciddi kesinti, “İmam Hatip ruhu”nun sürekliliğine de en büyük darbeyi vurdu…
Bununla birlikte okullardaki yöneticiler, öğretmenler de bu süreçten etkilendiler ve bir kısmı hala 28 Şubat psikolojisinden sıyrılabilmiş değil. Genç idareciler ve öğretmenler ise heyecanlarına rağmen 28 Şubat öncesi ruh ile olan irtibat zayıflığının eksikliğini yaşamaktadırlar…
Bir özeleştiri yapacak olursak niteliğin daha hızlı artmamasında modernleşen yaşam tarzımızda “fedakarlık”ın azalması, yerine bireyselliği bırakmasının da önemli etkisi var. “Başkası için çabalama” duygusunun azalması bizi, kendimizi merkeze alan ve dolayısıyla “daraltan” duruma düşürmektedir…
Aksine fedakarlık yapan, her bir öğrenciyi önemseyen, öğrencinin iç alemi ve sorunlarıyla ilgilenen, küçücük bir problemi bile önemseyerek çözüm bulmaya çalışan, geliştirmeye ve ilerletmeye çabalayan kişiler, kurumlar ve organizasyonlar İmam Hatiplerin yeniden eski ruhuna kavuşmasında önemli rol üstlenmektedirler…
Niteliğin arttırılmasında “başarı” kavramı önemlidir. Şüphesiz nitelik başarıyı, başarı da niteliği tetikler. Ama başarıyı sadece “akademik başarı” olarak görürsek yanlış bir sınırlamaya gitmiş oluruz. Her bir gencimiz ayrı bir dünya ve ayrı bir değer olduğuna göre her birinin başarı gösterebileceği yeteneği ve alanı da farklıdır. Kimi sanatta, kimi derslerde, kimi ilmi çalışmalarda, kimi sporda, kimi de sosyal faaliyetlerde başarılı olacaktır…
Farklı alanlarda başarılı olmalarına imkan sağlamadığımız çocuklarımızı bilerek ya da bilmeyerek öldürmüş oluyoruz…
İmam Hatipler başta da ifade ettiğimiz gibi sosyal rolü etkili olan okullardır. Sadece akademik başarı sağlayan çocukların önemsenmesi, İmam Hatiplerin niteliğinin arttırılması için kesinlikle yeterli değildir…
Onbeş yıllık kayıp dönemin zararını telafi etmek için bir tür seferberlik uygulaması gerekir. Her bir gencimizi ayrı bir dünya olarak ele alıp maneviyatıyla, dersleriyle, sosyalliğiyle, inceliğiyle daha bir ileri taşımak için idarecilerimizin, öğretmenlerimizin, derneklerimizin, gönüllülerimizin can havliyle çaba sarfetmesi elzemdir…
Nitelikli toplulukları hiç kimse ve hiçbir şey engelleyemez. Bugün engellenir yarın ortaya çıkar. Burada engellenir bir başka yerde ortaya çıkar…

Okumaya devam et
Yazı

“Bilmek Azaptır”

Üniversite yıllarında kampüslerimizde “hergele meydan”ları olurdu. Gece boyu yaptığımız okumalar ve müzakerelerin etkisiyle hemen her sabah gözleri mahmur bir şekilde ve çoğu zaman saçları/sakalları dağınık olarak “hergele meydanı”nda buluşurduk…
Savunduğumuz düşünceye uygun elimizde gazete ve kitabımız bulunurdu. Çaylar eşliğinde “dava arkadaşları”mızla bu mekanlarda hasbihal ederdik…
Bugünlerle karşılaştırdığımda seksenli ve doksanlı yıllarda daha dikkatli okuyucular olduğumuzu söyleyebilirim. Daha o yıllarda “kitap okuma”nın zahmetli bir iş olduğunu farketmiştim ama keyifli tarafına odaklanmaya çalışarak kitapla ilişkimi sürdürdüm…
Hani bazen düşüncelerimizi bizden daha iyi ifade eden olur ya; yine hergele meydanı’nda bir sabah gazete okurken yazarın biri “bilmenin zahmeti” üzerinde duruyordu. Tam da düşündüklerime tercüman olarak insanlarımızın neden okumadıkları ve derinlemesine bilgi edinme çabası içerisinde olmadıklarını anlatıyordu…
İmam-ı Azam’a atfedilen; “Bilmediklerim ayaklarımın altına serilseydi başım göklere değerdi” sözü bana hep bilmenin zahmetini hatırlatmıştır. Bilmek, olan durumun ötesine geçip öze ulaşma çabası gibidir. Bir tür hakikate ulaşma çabası. Bu ulaşma çabasının bizatihi kendisi yorucudur ve dolayısıyla tahammülü kolay değildir…
Bilmek, kişinin kendi eksikliğini fark etmesini de sağlar. Çünkü bildikçe, neleri bilmediğimiz ortaya çıkar. Tersinden; ne kadar az şey bildiğimizin anlaşılmasına vesile olur. İmam-ı Azam’ın sözü aslında bir tür “haddini bilmek”tir. Neleri bilmediğini veya bilemeyeceğini anlamaktır. Ölçüsünü ve menzilini bilmektir. Kişiye haddini bildiren de yine kendi bilgisidir…
O yüzden biz üniversitede “herşeyi bilirdik”, bilmediğimiz konularda bile bilgimiz vardı. yeryüzündeki her meseleyle ilgili sözümüz olurdu. Üniversite şartlarında yadırganamaması gereken bu mesele yaş ilerledikçe haddini bilmeye evriliyor, ki bunda en önemli saik bilmenin, kişiyi kendi gerçeği ile yüzleştirmesine vesile olmasıdır. Bir tür Yunus Emre’nin “ilim kendin bilmektir” mısrası gibi…
Geçenlerde bir dost ziyaretinde “bilgi azaptır” sözünü duyunca sarsıldım. Yıllar önce üniversitede okurken istifade ettiğim köşe yazarından çok daha güzel ifade edilmişti. Eskilerin “efradını cami, ağyarını mani” dediği türdendi. Bilginin neden bu denli yorucu olduğunu ve ille de süründüre süründüre kendisine ulaştırdığını, hatta ulaştırırken yeni bilgi menzilleri sunarak bilgisizliğimizi yüzümüze defalarca vurduğunu bir kez daha anladım…
Bilgi yolu çile yoludur ve epeyce uzun bir yoldur. Eğitim-öğretim yıllarımızla asla sınırlandırılamayacak kadar upuzun bir yoldur. Bunun içindir ki Peygamberimiz (sav) “Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz!” buyurmuştur. Aslında bir tür “son nefese kadar hakikati arayın!” talimatıdır bu…
Hakikat arayışının ne tür sancılara sebebiyet verdiğini ilgilileri bilirler. Her atlatılan sancıdan sonra daha büyük sancılara gebe olunacağını da…
Daha ilköğretim sıralarında okurken sınıflarımızda ya da okullarımızda “kitap en iyi dosttur” sözü asılı olurdu. O zaman için çok anlam ifade etmeyen bu sözü en iyi gurbette anladım. Dostların olmadığı ya da zamanla nadiren kazanıldığı ortamlarda kitaplar iyi dostlardandır. Ama her dost gibi kitap da “acı söyler” ve hatta bir miktar acımasızdır; uyarır, sarsar, şok eder…
Düşünme bilginin sonucudur, bilmek ise okumanın. Okumanın diğer türleri sayılabilecek seyretme, gezme, bakma vb. eylemler değil kastım. Bizatihi kitap okumayı kastediyorum. Çünkü diğer okuma biçimlerine nazaran kitabı okumak daha en başından zahmetli bir yola girmek demektir. O yol parça parça bildirir, bildirdiği her bilgi zihnimizi açar ve zihin, açıldıkça da sıkıntıya girer. Sonuç itibariyle o sıkıntı/azap insanı insan yapan olgunluğa ulaştırır…
Bunun içindir ki çok okuyanların kafası daha karışıkmış gibi görünür. Çok okuyanların çok bilenlerin cevapları da kısa olmaz. Renkleri bir-iki renk değildir, onlarca renkle bakarlar meselelere. Farklı bakışaçıları bir taraftan zenginlik gibi görünse de her bir yaklaşıma uzun çileli yollarla varmışlardır…
Bilginin azap olduğunu bir ağabeyle paylaştığımda “Ancak alimler Allahtan hakkıyla korkar” (35/28) ayeti ile ilişkilendirdi. Alimlerin korkuya kapılmaları çok şey bilmeleri ile yakından ilgilidir. Bildikçe endişe artar, endişe ise araştırmayı tetikler. Alimleri en çok korkutan önemli diğer husus da “akıbet”in nasıl olacağı hususudur. Akıbetin nasıl olacağı endişesini, Peygamberimiz (sav) bile dualarında eksik etmemişlerdir…

 

Allah (cc) “emanet”i insanoğluna verir; “göklerin, yerin ve dağların kabul etmediği emanet”i. (33/72). Ayette de belirtildiği gibi “zalim ve cahil” sıfatlarıyla da yaratılmış biz insanlar, bilmenin sancılı yoluna revan olarak hakikat arayışımızı hayırlı bir akıbete dönüştürme gayreti içerisinde olmalıyız…
Okumaya devam et
Yazı

Emin ve Emanet

“Kutlu Doğum” günlerindeyiz…
Bir taraftan “üç aylar”a girmenin telaşındayız, bir taraftan Regaip Kandili’nin çatkapı gelmesinin şaşkınlığında…
Kutlu Doğum’un menşei tartışmasına girmeden Peygamberimiz Hz.Muhammet (sav)’i yadetmeye vesile olarak değerlendirip ibadetimize, zikrimize, tefekkürümüze katkısına odaklanabilecekken, anlamsız kutlama ritüelleriyle meşgulüz;
Kur’an görünümlü pastalar, garip doğum günü kıyafetleri, bol eğlenceli şenlikler…
Haklı olarak “Fe eyne tezhebûn?” mesajı bir tokat gibi yüzümüzde patlıyor…
ÖNDER (İmam Hatip Mezunları ve Mensupları Derneği) Kutlu Doğum için her yıl bir tema belirliyor. Tema belirlenirken uzun uzun üzerinde çalışılıyor, müzakereler yapılıyor. Her yıl, geçici olmayan ve dolayısıyla güncel meselelerimize de tekabül eden, eksikliğini hissettiğimiz bir kavram ön plana çıkarılıyor…

ÖNDER
’in bu yıl Kutlu Doğum için belirlediği tema; “el-Emin”
Aynı şekilde Diyanet İşleri Başkanlığı da her yıl Kutlu Doğum ile ilgili bir tema belirliyor. Bu yıl ki tema “emanet”
ÖNDER 2013’te “edeb”, 2014’te ise “kardeşlik” temasını çalışmış, ağırlıklı olarak İstanbul olmak üzere tüm Türkiye’de bu başlıklar etrafında konferanslar, seminerler düzenlemişti…
Özellikle geçen yıl işlenen “kardeşlik” teması birkaç açıdan anlamlıydı;
Mısır’da yıllardır devam eden zalim yönetim devrilmiş, yerine meşru bir iktidar gelmiş ama hem yerel hem uluslararası zalimler bu yönetime tahammül etmemiş ve kanlı bir şekilde yönetimi yeniden gasp etmişlerdi. Mısır’daki kardeşlerimizin acısını paylaşmak ve onlara destek olmak için kardeşlik vurgusu önemliydi…
Ayrıca eşzamanlı olarak yanı başımızda Ortadoğu’da Müslümanlar anlamsız bir şekilde mezhep, meşrep, etnisite üzerinden ayrışmakta ve yer yer birbirlerini katletmekteydiler. Bu çatışmanın taraflarından birini desteklemek daha fazla kanın akması dışında pek bir işe yaramıyordu. Türkiye’de de ihtilafların acımasızlaştığı bir dönemde yapılabilecek en güzel davet “kardeşlik”ti…
Kardeşlik teması Kutlu Doğum programları vesilesiyle çok güzel bir hat çalışmasıyla, Mısır’daki direnişin sembol kelimesi RABİA’yı da içerecek ortak bir sembole dönüştürüldü ve en evrensel mesajla bütünleşti;
“Mü’minler Ancak Kardeştir!”
Pasta, börek, çörek tartışmalarının gırla gittiği bu yılki Kutlu Doğum’da ÖNDER’in belirlediği el-Emin teması ile Diyanet’in belirlediği “Emanet” temaları çok anlamlı biçimde birbirini tamamlıyor…

Diyanet’in bu temada kullandığı slogan birkaç kelimede çok şeyi özetliyor;
“Dünya bize, biz birbirimize emanetiz!”
Peygamberimiz (sav)’in getirdiği mesajın kabulünde, kutsi etkisi yanında O’nun (sav) güvenilirliği de çok etkili oldu. Gayr-ı Müslimlerin ve müşriklerin kendilerinden olan birine değil de Hz. Muhammet (sav)’e emanetlerini teslim etmeleri, aralarındaki anlaşmazlıklarda “O emin biridir” diye sulh için O’nu (sav) çağırmaları… gibi onlarca örnek hepimizin malumudur…
Kanaatimce el-Emin oluşun zirve örneklerinden biri de Hz. Ebubekir (ra)’in “O (sav) söylüyorsa doğru söylüyordur!”deyip sorgusuz-sualsiz teslim oluşudur…
Hasan El-Benna, davetçinin “anlatmadan önce yaşama”sını tavsiye eder. Eskilerimiz buna “kâl ehli değil hâl ehli olmak”demişler. “Çoban” vasıflı bir Peygamber (sav)’in bütün bir tarihi silbaştan yazan etkisinin özüne baktığımızda “emin olmak ve emanete sadık olmak” özelliğinin en büyük mesaj olduğunu görürüz. Göklerden verilen emanete sadık olmak yanında insanların verdiği emanete de sadık olmak. Kişisel meselelerde emin olmak kadar sosyal meselelerde de emin olmak. İbadetlerinde olduğu kadar ahlakında da, siyasetinde de, ticaretinde de emin olmak…
İman, emin, emanet kavramlarının hepsi aynı kökten gelir. Hepsi bize aynı şeyi söyler ve adeta şu mesajı verirler;
Emin olmadan mü’min olunmaz…
Emanete sahip çıkmadan emin olunmaz…
Büyük laflarla, kocaman sloganlarla değil, yapıp-ettiklerimizle “el-emin” olunur…
Parçacı yaklaşımlarla değil, hayatın tüm alanlarında maddi-manevi her türlü emanete sahip çıkmakla “el-emin” olunur…
Bugünlerde Müslümanlık hassasiyeti taşıyan bireyler/guruplar olarak eminliğimizin zedelendiği gerçeğini bilerek “iman ile ilişkimiz”i yeniden gözden geçirmeliyiz…
Üç aylar’ın gelişini de fırsat bilerek sosyal ilişkilerimizde, ekonomik faaliyetlerimizde, siyasi hamlelerimizde, ailevi/kişisel meselelerimizde ne kadar emin olduğumuzun silbaştan muhasebesini yapmalıyız…

 

El-emin kişiler/guruplar olabilmek için, maddi-manevi bize teslim edilen her türlü emanete “kâl ile değil hâl ile” sahip çıkmalıyız…
Okumaya devam et
Yazı

Uzun Uzun Namaz!

Varoluşumuzu değerlendirirken doğduğumuz coğrafyayı da hesaba katmak gerekir. Biraz daha geriye gidip varolduğumuz coğrafyanın hangi tarihi olayların seyriyle günümüze geldiğini de hesaba katmalı. Nitekim uzak ve yakın tarihimizde yaşadıklarımız kişisel hikayemizi de şekillendirmekte.
Yıllar sonra küçüklüğüme namaz odaklı dönüp baktığımda, Şeyh Said hadisesinin önemli izlerini farkediyorum. Hadise’nin en fazla etkilediği üç şehirden ikisi olan Elazığ-Bingöl hattında geçti çocukluğum.
Alim bir babanın oğlu olarak gözümü doğal olarak namazda açtım. Medresede ve zikir meclisinde emeklediğim için ilk namazımı tam olarak hatırlayamıyorum ama namaz adına hatırladığım en muhteşem tablo Qubeysî dağında yaşadıklarımızdı.
Birkaç ay önce doksan küsür yaşında vefat eden bölgemizin büyük alimi Molla Bahri öncülüğünde talebeleri, müridleri, sevenleri ve tabi biz çocuklarla beraber her yıl muhteşem bir çıkartma yapardık Qubeysî Dağı’na. Qubeysî’nin bir sahabe olduğu, Bizans’a karşı çarpışa çarpışa dağın doruğuna çıktığı ve orada şehit edildiği anlatılırdı.
Qubeysi dağına zikirlerle, tekbirlerle, tahlillerle tırmanılırdı. Tırmanma esnasında çoğu zaman tek katır bulunur ve sırtında sarıklı haliyle ve tüm heybetiyle Molla Bahri bulunurdu.
Zirveye varıldığında cemaatle kılınan namazın zihnimde ve gönlümde iz bırakan en muhteşem karesi, Molla Bahri’nin Diyarbakır’a doğru bakan uçsuz bucaksız uçurumlara ve dağlara yönelirken kıldırdığı uzun uzun namazlardı. Kıyamlar bacaklarımızı zorlardı ama sabırla dururduk, dimdik dururduk, uzaklara dalarak küçük yaşımıza rağmen namazdan keyif alırdık. Uzun uzun secdelerde anlımız zorlanırdı belki, kan akışımızı bozardık ama o bekleyişlerle aynı zamanda rüştümüzü ispat ederdik. Bizler de büyüktük artık; yüce dağlarda koca koca amcalarla, muhteşem alimlerle, herdem tebessüm eden sufilerle hemhal oluyor, onların kıldığı kadar uzun namaz kılıyor, onlar kadar zikrediyorduk.
Sultan Qubeysi’nin çok önemli bir gizemi vardı, namaz ille de belli bir yerde kılınırdı; seccade büyüklüğünde mermerimsi taşlardan yapılma etrafı yine taşlarla çevrili yüksek mekanda. Taşların üzerine seccade ve battaniye serilmezdi, çıplak ayaklarımız uyuşurdu ama uzun uzun durmalar terkedilmez, diz çökme pozisyonundan dahi vazgeçilmezdi.
Bu doğal mescidin hikmetini zamanla öğrenecektik. Şeyh Said’i öğrenince Şeyh Şerif’i tanıdık, Şeyh’in sağ kolu, Şeyhle beraber idam edilenlerden. Şeyh Şerif bir süre bu zirvede yaşar, mescidin altındaki küçücük mağarada. Şeyh Şerif’in hemen mağara üzerindeki alanda namaz kıldığı anlatılır.
Bu gizem o alana muhteşem bir anlam katar. Namazın eğilmek ve kalkmaktan ibaret olmadığını, bir duruş olduğunu, asırlardır devamedegelen ve kıyamete kadar devam edecek olan bir duruş olduğunu hissettirir. Zalimlere karşı dimdik olmayı doğuran bir duruş, mazlumlara hemhal olmayı gerektiren bir duruş. Medreseyle tekkeyi, ilimle irfanı, alimle şeyhi biraraya getiren bir duruş.
Bu öyle bir duruş ki kırkımıza vardığımızda da bizi muhafaza ediyor, yetmişimize vardığımızda da bizi muhafaza edecek ve dimdik ayakta tutacak.
Molla Bahri vefat etmeden önceki görüşmelerimizde de aklımızda kalan en önemli karelerden biri yine uzun uzun ve kıyamda kıldırdığı namazlar oldu. Doksanlı yaşına rağmen her ziyaretimizde sehpasında kitap vardı ve namazı mutlaka ayakta kılardı, uzun uzun secdelerle kılardı.
Gözümü namazda açtım, daracık evimizde belki de beşiğimizin hemen yanında uzun uzun namazlar kılındı. Beşikten mezara kadar devam edilmesi gereken bu duruşu sonraki kuşaklara aktarabilirsek ne mutlu bize…

(Bu yazı Mart 2015’te Ensar Neşriyat’ın bastırdığı “Huzura Doğru 5 Büyük Adım” adlı kitapta yayınlanmıştır.)
Okumaya devam et

Popular posts

DİNDARLARIN YENİ ÇEYREK İMTİHANI; YÜZLEŞMELER

Önceki yazımda 20.yy’ın ilk çeyreğini “dağılma”, ikinci çeyreğini “içe kapanma”, üçüncü çeyreğini “toparlanma”, dördüncü çeyreğini “iktidara gelme” olarak tasnif etmiş ve 21.yy’ın ilk çeyreğini ise “iktidarda kalma” evresi olarak...

Ufka Bak!

ÖLÇÜLÜ VE MUTEDİL EĞİTİM MODELİ OLARAK İMAM-HATİPLER

ÖNDER İmam Hatip Mezunları ve Mensupları Derneği’nin Başkanı Halit Bekiroğlu ile İmam Hatip Liselerinin konumu, misyonu, durumu ve geleceği hakkında bir görüşme gerçekleştirildi. İmam-Hatip liselerinin eğitim sistemi için gerekli...