Önceki yazımda 20.yy’ın ilk çeyreğini “dağılma”, ikinci çeyreğini “içe kapanma”, üçüncü çeyreğini “toparlanma”, dördüncü çeyreğini “iktidara gelme” olarak tasnif etmiş ve 21.yy’ın ilk çeyreğini ise “iktidarda kalma” evresi olarak belirttikten sonra asıl meselenin ve zor olan kısmın önümüzdeki çeyreğe ilişkin öngörü olduğunu belirtmiştim.
Tabi ilk yazı Ankara’da şekillendiği için ikinci yazı için de Ankara’ya gitmek gerektiğini yazmıştım ama kader ikinci yazıyı, bir grup münevver dostla hasbihalimiz vesilesiyle İstanbul’da yazdırdı. Yine de Ankara’daki dostlarımıza yürekten selam gönderelim ve borcumuzu inkar etmediğimizi kayıt altına alalım. 🙂
2025-2050 arasını “muktedir olma” evresi olarak düşündüm ilkin. Tam içime sinmedi ve bazı arkadaşlar da destekler mahiyette “sert” buldular. Bu dönemi nasıl adlandıracağımızı bir yazıyla netleştirebilir miyim bilmiyorum. İçinde bulunduğumuz dönemi daha iyi anlamak için öncelikle “yüzleşmeler” üzerine birkaç tespitte bulunayım;
- Yaşadığımız her bir evre aynı zamanda yeni bir yüzleşmedir ve her yüzleşme çatışma doğurur. Yüzleşmeden kaynaklı çatışmalar bazen açılıma bazen de bozulmaya ve yozlaşma sebep olur. Ama yüzleşme olmadan sonraki evrelere geçmek mümkün olmaz. Dolayısıyla yüzleşmenin mümkün olduğunca en bilinçlisi ve en az hasarlısı makbuldür.
- Dışarıdan müdahalelerin etkin olduğu dönemlerde yüzleşmeler sancılı geçer ve travmalar doğurur. Görünen ve görünmeyen, ifade edilen ya da edilmeyen her travma, bazen tepkiselliği bazen de “daralma”yı getirir beraberinde. Daralma kontrol altına alınmadığında ise duygusal, zihinsel ve çevresel daralma şeklinde birbirini tetikleyen ve sarmala dönüşen hal alır. Böyle durumlarda ummadığınız kişi ya da kurumlarda yine umulmadık dar bakış, söz, fiil görünür.
- Yoksulluktan ve yoksunluktan gelen topluluklar varlıkla yüzleştiğinde; dünyevileşme, güç sarhoşluğu, çılgın tüketim, sonradan görme gibi durumlar ortaya çıkar. Böyle dönemlerde ortaya çıkan doyumsuzluk hali uzadığında arızalı, ikircikli, karmaşık ve dengesiz durumlara dönüşür. Toparlanamadığı takdirde bu hallerin kitleselleşmesine sebep olur. Tersinden varlıkla yüzleşme esnasındaki zaafiyetler hızlı atlatıldığında kişisel ve toplumsal gelişim hızlanır.
Önümüzdeki çeyreğe diğer bir ifadeyle “iktidar ötesi” çeyrek diyelim. Çünkü “asıl meselemiz”in ne olduğu konusu “iktidar olma” ve “iktidarda tutunma” evrelerinde çok önemsenemedi; büyük ölçüde semboller, kazanımlar, nicel başarılar ön plana çıktı. İktidarın ötesine geçilebildiği takdirde asıl meselenin iktidar ve imkanlarına ulaşmak olmadığı anlaşılacak, önümüzdeki çeyreğin yüzleşmesi daha sahici ve esaslı gerçekleşecektir.
Önceki yüzleşmelerde varılmak istenen nihai nokta “iktidar” olunca ulaşılan hedefin gücünü kullanarak yukarıdan aşağıya değişim gerçekleştirilmeye çalışıldı. Değişimin yalnız başına yukarıdan aşağıya olamayacağı yeni yeni fark edilmeye başlandı. 15 Temmuz sonrası kurulan Milli Savunma Üniversitesi’ndeki teğmenlerin illegal eylemi, provokasyonun etkisinin ötesinde, gençlerin eğilimini ve “aşağıdan yukarıya değişim” çabasındaki ihmalkarlığı gözler önüne sermiş oldu.
Yeni çeyrekte daha sağlıklı bir iktidar süreci olacaksa, diğer ifadeyle “muktedir” olunacaksa öncelikle en önemli dayanak olacak olan “fikir” meselesinin çözülmesi gerekir. Pratiğe ve güç üzerinden değişime odaklanırken fikri önemsemeyen ya da ihmal eden yaklaşım, mevcutla yetinme, mevcudu koruma, kazanımları kaybetmeme odaklı ilerler. Bu da yerinde sayma ve gerileme demektir. Yeni evrede yukarıdan aşağıya değişim kolaycılığının ötesine geçip kılcal damarlara nüfuz edecek aşağıdan yukarıya doğru söylem ve eylem canlılığını oluşturmak gerekir. Köye, sokağa, pazara, sınıfa, anfiye yönelmek bu boşluğu doldurmaya başlar.
Fikri üretecek mekanizma akademi, fikri harekete geçirecek mekanizma ise siyasettir. Son iki çeyrekte ise dindarlar için siyaset, “iktidar olma/kalma”ya indirgendiği için sivil alanda, kültürel ve entelektüel alanda siyaset üretimi es geçilmiş, tüm yetki ve sorumluluk siyaset kurumuna yüklenmiştir. Bu da hem siyaseti daraltmış hem de sürekli üretilmesi, canlı ve dinamik olması gereken “siyaset düşüncesi”nin verimsizliğini doğurmuştur. Bir süre sonra da siyaset üretmek derken, sadece seçim kazandıracak hamleler anlaşılır olmuştur.
11 Eylül gibi 7 Ekim (Gazze) de bize gösterdi ki alışageldiğimiz tarzda siyaset yapmak yeni çeyrek için anlam ifade etmeyecektir. Seçim kazanılsa bile eğer ciddi siyaset üretimi yapılmamışsa kazanırken kaybedilmiş olacaktır. Siyaseti bir bütün olarak görüp, daral(tıl)mış yaklaşımlardan uzaklaşıp, değil sadece Türkiye’yi tüm dünyadaki küresel vicdanı, adaleti, ahlakı, hukuğu inşa edecek dinamizmi oluşturmak gerekmektedir.
Yüzleşmelerden kaynaklı daralmalardan sıyrılmanın bir yolu da dışa açılmaktır. Mezhep içi, meşrep içi, ülke içi ayrışmaların ötesine geçip içeriye dışardan bakıp daha gerçekçi ama hep ideale taşıyan bir konumlanmaya ihtiyaç var. Dışarıyı ve geleceği konuşmak mevcut gerçeklikten kaçış gibi görünse de herkesin içe döndüğü, birbiriyle uğraştığı, bir tür patinaj yaptığı dönemlerde öncü bir grubun “durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak!” duruşu gibi yeni yüzleşmelere hazırlanmak elzem olmuştur.
Bu yazı bitmiş olmadı. Çünkü yeni çeyreğin adlandırması henüz benim zihnime de tam oturmadı. Ankaralı dostlar belki yetişir imdadımıza… 🙂