Uzun süreli toplumsal değişimleri anlayabilmenin ve anlatabilmenin en pratik yöntemlerinden biri de dönemlere ayırmaktır. Bu yazıda özellikle dindar, muhafazakar, İslamcı olarak adlandırılan kitlenin, yaşadığımız topraklar özelinde yakın tarihini, çeyrek yüzyıllar şeklinde tasnif etmeye çalışacağım. Akademik kaygıya düşmeden yöntemimi ve kanaatlerimi paylaşacağım.

Aslında çeyrek bazlı dönemlendirmemin hikayesi doğaçlama ortaya çıktı. Ankara’da siyaset, bürokrasi, stk alanlarında uğraş veren ve toplumsal meselelere ilişkin derdi olan bir grup gencin davetiyle bir gece yarısı yazı tahtasına karaladığım dönemlendirmeyi burada detaylandırmaya çalışacağım.

20.yy’ın ilk çeyreğinde (1900-1925) başta yaşadığımız topraklar olmak üzere Müslümanlar (biraz daha özelleştirerek “dindarlar” diyeceğim ama muhafazakarları ve İslamcıları da kapsayacak şekilde kullanacağım) “dağılma” sürecini yaşadılar. Osmanlı İmparatorluğu, 18 ve 19.yy’da daralma ve geri çekilme süreçleri yaşadı, görece dar bir alana hapsolarak işgallerle beraber tam olarak dağıldı. Osmanlı’nın dağılma süreci, geniş anlamda dünya Müslümanlarının, dar anlamda Anadolu coğrafyasındaki dindarların dağılmasını beraberinde getirdi.

Bana göre Osmanlı’nın bir tür evrilmiş devamı sayılabilecek Türkiye Cumhuriyeti, ulus devlet politikalarıyla daralan sınırlarına zihniyet daralması da ekledi. Böylece dindarlar için ikinci çeyrek (1925-1950) “içe kapanma” olarak cereyan etti. İçe kapanma sürecini fikri ve ameli yönden daralma/çekilme olarak görmek kadar içsel muhasebe dönemi olarak da görmek mümkündür. Bu dönemde dine dair semboller görünür olmaktan çıkartıldı. Dindarların pratikleri ise merkezden periferiye çekildi ve gizli/sessiz devam etmek durumunda kaldı.

20.yy’ın üçüncü çeyreğini (1950-1975) “toparlanma” evresi olarak değerlendirebiliriz. İçe kapanmış, kenara çekilmiş, görünürlüğü kaybolmuş kitlenin, üzerindeki toprağı ve külleri silkeleyip “uyanış”ından, “diriliş”inden bahsedebiliriz. Bu dönemde hayatın farklı alanlarında ama büyük ölçüde alt düzeyde görevler almış dindarlar işçi, memur, esnaf olarak tezahür etmiş; bürokraside, siyasette, iş dünyasında, sosyal-kültürel alanlarda parmakla gösterilebilecek derecede söz sahibi olmuş, merkeze doğru yürümeye başlamıştır. Bir başka yönüyle bu dönemde, aşağıdan yukarıya başlamış olan toplumsal değişimin semboller üzerinden tezahür etmesine ve merkezi/sistemi zorlamaya başlamasına şahit oluyoruz.

20.yy’ın son çeyreğinde ise (1975-2000) toplumsal taleplerin siyasi taleplere dönüştüğünü görüyoruz. Bu çeyreği “iktidara gelme” evresi olarak tanımlamak mümkündür. Aşağıdan yukarıya, taşradan merkeze, yoksulluktan/yoksunluktan varlığa/güce doğru mesafe kateden dindarlar siyaset alanındaki mahrumiyeti aşmak için iktidar olmayı hedeflediler ve bu sürecin öncülüğünü Necmettin Erbakan yaptı. Dindarlar iktidara geldiklerinde adeta tüm sorunların hemen ertesi gün çözüleceği motivasyonu ile iktidara geldiler ama bu çeyreğin finali 28 Şubat darbesi oldu. Yani dindarlar iktidara geldiler ama iktidarda tutunamadılar.

21.yy’a geçerken birinci çeyrekte (2000-2025) Recep Tayyip Erdoğan, iktidara gelmenin yetmeyeceğini, önemli olanın “iktidarda tutunma” olduğuna inanarak yeni bir evreye öncülük etti. İktidarda tutunmak için içerde ve dışarda farklı denklemleri değerlendirerek 21.yy’ın birinci çeyreğinde bu amacına ulaştı ve uzun süre iktidarda kalabildi. Böylece dindarlar daha önce ulaşamadıkları ve mahrum bırakıldıkları hemen her pozisyona, alana ve hatta sembolik taleplere ulaşmış oldular. Son seçimlerde “kazanımları kaybetmemek” söylemi üzerinden bakıldığında da ana motivasyonun hala büyük ölçüde “iktidarda tutunmak” olduğunu söyleyebiliriz.

21.yy’ın 2.çeyreğinde (2025-2050) hangi evrenin yaşanacağı konusu bence üzerinde en çok kafa yormamız gereken husus olarak masamızda durmaktadır. Girişte bahsettiğim Ankara’daki hasbihalde bu evreye gelip bir anlamlandırma girişi yapmaya çalıştığımda gece yarısını geçmiş, sabaha yol alıyorduk. “Peki bundan sonra ne olacak?” sorusuna, “bu evreyi de bir sonraki Ankara hasbihalinde konuşalım” diyerek en esaslı bölümle ilgili bir bakıma zaman kazanmış oldum. J Bir sonraki yazıda 21.yy’ın ikinci çeyreğini “esastan” konuşalım…

Halit Bekiroğlu