Yazı

SEVDA

Siyasetin ve bürokrasinin hayatımızda abartılı belirleyici olmasından hareketle, kurumsal/hiyerarşik yapısına mesafeli olmak üzerine hasbihal ederken bir dostum konuyla ilgili “Bir Sevda İşi” filmini tavsiye etti…

Filmin teknik değerlendirmesini bir tarafa bırakırsak, muhteva olarak her birimizin farklı ölçeklerde yaşadığı, şanslı olanlarımızın kıyısından geçtiği olaylardan ve imtihanlardan bahsediyor film…

Kendi halinde, sevilen ve sayılan bir esnafken çevresinin ve ailesinin farklı saiklerle motivasyonuyla kendisini siyaset yarışının göbeğinde bulan kahramanımız bir süre sonra; kendisi olmaktan çıkarak, onuru zedelenerek, maddi-manevi bir çok açıdan yıpranarak kendisini ve yakın çevresini tüketmeye başlıyor…

Hayatın farklı evrelerinde ve alanlarında şahit olduğumuz gibi; yerli yerinde değerlendirilmeyen herkes ve her şey orta-uzun vadede sorun yaşıyor, ya tükeniyor ya da tüketiyor. Siyasete uygun birini akademiye, sivil topluma uygun birini bürokrasiye, akademiye uygun birini iş dünyasına, eğiticiliğe uygun birini yöneticiliğe yönlendirdiğimizde kişi hem daha iyi olduğu alandan kopmuş oluyor hem de başarılı olamayacağı alana zarar vermeye başlıyor. Tüm bu olumsuzlukların faturasını ise bireysel ve toplumsal açıdan hepimiz ödüyoruz…

Mağduriyet yaşamış topluluklar geçmiş kayıplarını telafi için siyaseti ve bürokrasiyi; mağduriyetlerini hızlı telafi etmek için, bazen de intikam duygusuyla en pratik çıkış noktası olarak görür ve bu alana daha fazla yüklenirler. Bir süre sora siyaset ve dolayısıyla devletin bürokratik mekanizması adeta hayatın merkezine oturmuş olarak her şeyin belirleyicisi ve ilgili-ilgisiz herkesin yöneldiği alan haline gelir…

Siyaset örneğinde olduğu gibi, hayatın herhangi bir alanını çok fazla merkeze aldığınızda ve abartılı konumlandırdığınızda diğer alanlar etkisizleşmeye, itibarsızlaşmaya başlar. Böyle süreçlerde siyaset/bürokrasi bir taraftan cazibe merkezi haline gelirken diğer taraftan hızlıca ve abartılı olarak eleştirilir ve değersizleştirilir. Bir süre sonra her türlü sorunumuzun müsebbibi olarak (en çok görünür alan olduğu için) siyasetçiler görülmeye başlanır ve siyasetten/bürokrasiden umut kesilir, toplumsal bir umutsuzluk sarar her yanımızı…

Yazının başında belirttiğim siyasi ya da bürokratik ünvanlara mesafeli olmak bu alanların ontolojik olarak kötü oluşları anlamına gelmez. Aksine siyaset de bürokrasi de gerekliliğin ötesinde elzem olan alanlardır ve buralarda hakkıyla hizmet edenler baş tacı edilmesi gereken kişilerdir. Ama önceki yazıda bahsettiğimiz içinde bulunduğumuz “merhale”; siyaset ve bürokrasi alanlarının dışındaki alanları çok daha önemsememiz gerektiğini hatırlatıyor bize…

Çünkü bu ülkenin ihmal edilmiş, yoksul ve yoksun bırakılmış kitleleri yukarıdan aşağıya yapılan zulmü, aşağıdan yukarıya bir dalgayla engellediler ama bir süre sonra adeta her şeyin yukarıdan aşağıya gerçekleştirilebileceği yanılgısına kapıldılar. Önü alınamazsa, salt yukarıdan aşağıya değişim arzusu bir yanılgının ötesinde, tek çıkış yolu gibi görülmüş olunacak ki, maalesef gerçeklikten kopuşu ve tepkisel yeni dip dalgaların ortaya çıkışını beraberinde getirecektir…

Kanaatimce bugün de yukarıdan aşağıya yapılacak işler elbette vardır ve yapılmalıdır da. Ama bu yöntemle yapılabilecekler sınırlıdır. Aşağısı ihmal edildikçe ve zayıf kaldıkça yukarıda çok etkili olmanın uzun vadede pek karşılığı olmayacaktır…

Yani çözüm; siyasetin ve bürokrasinin doğasına uygun olan, ‘talimatla iş yapmak’ yerine kapı kapı, sokak sokak, sınıf sınıf, çarşı-pazar çalışma yaparak aşağıdan yukarıya dalgayı yeniden ve daha sağlıklı/doğal şekilde oluşturmaktır. Bu şekilde gerçekleşecek olan değişim dalgası yukarıya nitelik katar, yukarıdan dayatılan değişim ise içeriği boşaltır ve sürdürülemez olur. Bir süre sonra asıl meselesinden uzaklaşmış topluluk haline geliriz, geçmişte eleştirdiğimiz şekilci zihniyetler gibi…

Ez-cümle; hayatın tüm alanları gibi siyaset de “bir sevda işi”, yeter ki sevdamızı doğru anlayalım, doğru konumlandıralım, doğru anlatalım. Ve yeter ki doğallığımızla, içtenliğimizle, özgünlüğümüzle, kendi cümlelerimizle ve gerçekliğimizle sevdamıza doğru akılla, bilgiyle ve hikmetle yol alalım…

Halit Bekiroğlu

21.12.2019

Okumaya devam et
Yazı

MERHALE

Yaşanan ekonomik, siyasi, sosyal ya da entelektüel krizler farkında olmasak da psikolojimizi derinden etkiler. Bu tür durumlarda bazen duygularımızı bastırır, bazen olayın gerçekliğini tam fark etmez, bazen de çok etkilenip bunalıma gireriz…

Daha üzerinden bir hafta geçmişken 15 Temmuz dolayısıyla organize ettiğimiz programlardan birini nihayete erdirdiğimizde bir psikolog arkadaşım “travma yaşıyoruz” demişti de “evet acılar yaşadık ama herhangi bir bunalım ya da travma yaşamıyorum” diye iddialı bir cümle kurmuştum. “Travmaları irademizin gücüne göre az ya da çok bastırırız ama o travma içimizde yer edinir” demişti…

Dün yaşadıklarımız gibi bu gün yaşamakta olduklarımız da şüphesiz bizi etkiliyor; bazen derinden bazen yüzeysel. İnancımız, bilgimiz, aksiyonumuz ölçüsünde yaşadıklarımızın farklı biçimlerde etkisine maruz kalıyoruz…

Son dönemlerde küresel ölçekte ve elbette bölgesel ve ulusal ölçekte krizlere maruz kalıyoruz. Yaşadıklarımızı yok saymak, görmemezlikten gelmek, topu taca atmak gibi refleksler gerçekliği ortadan kaldırmadığı gibi irrasyonel tutumlara bizi götürebiliyor…

Yaşanan krizlerde ve travmalarda gerçeklikten kopmamak için öncelikle meseleyi doğru teşhis etmek gerekir. Kanaatimce göz ardı etmememiz gereken en önemli husus, yaşadığımız sürecin bir merhale olduğudur. Toplumların değişimi kendiliğinden ve bir anda gerçekleşmiyor. Aşama aşama yaşadıklarımız tarihin seyri içinde bizi önce bir menzile sonra başka menzillere vardırıyor. Bazen vardığımız menzilden kopabiliyoruz; bizim zafiyetlerimizden ya da menzilin zayıflığından. Bazen bir hedefi aşıyoruz ama yeni yeni hedefe hazırlıklı olmadığımız için eski menzille sınırlandırıyoruz kendimizi ve farkında olmayarak ilerleyişimiz değil gerilememiz söz konusu oluyor…

Kişisel hikayelerimizde de benzer merhaleler yaşayabiliyoruz. Bazen hayatımızın bir evresine takılıp kalıyoruz. Özellikle o evre eğer zorlu geçmişse, bizi yormuşsa, geleceğe dair umutsuzluk sarmalıyor bizi. Oysa her yaş adeta bir basamak gibidir. Gereğini yaparsak bizi sonraki basamağa taşır. Bazen ayağımız kaysa da, basamaklar gevşek olsa da hedefimize iyi odaklanabilirsek, yaşadığımız aksaklıklara kendimizi mahkum etmezsek varmayı arzu ettiğimiz noktaya aşama aşama ulaşabiliriz…

Türkiye’de ve dünyada Müslümanların son birkaç asırdır yaşadıkları bir araya getirildiğinde, toplanıp çıkartıldığında tüm eksiklere ve yanlışlara rağmen hayatın hemen her alanında önemli merhaleler katettiğimizi göreceğiz. Nicel olarak da nitel olarak da on yıllar öncesiyle, bir asır öncesiyle karşılaştırılmayacak kadar önemli hamleler yapıldığını fark edeceğiz…

Olumlu ya da olumsuz değerlendirmelerimizi çoğu zaman günlük politik duruşumuz üzerinden değerlendirdiğimizde; parti, mezhep, meşrep, etnik yapı, bölgecilik vb dar ve çoğu zaman yüzeysel pencereden baktığımızda fotoğrafın bütününü, ufkun derinliğini ve aydınlığını kaçırabiliyoruz…

Biraz tarih okuduğumuzda, geleceği tasavvur etmeye çalıştığımızda, hikmet ve basiret taraflarımızı devreye soktuğumuzda, içerden ve dışardan yönlendirmelerle sığ sulara hapsedilmek istendiğimizi anladığımızda yaşadıklarımızın bir merhale olduğunu, hatta önemli bir merhale olduğunu, belki de yaşanmasının kaçınılmaz olduğunu anlayacak ve daha hızlı toparlanıp geleceğe yönelebileceğiz…

Yaşadığımız süreci erken ve doğru kavramanın en önemli yollarından biri de “asıl meselemiz”in ne olduğunu tekrar hatırlamak ve hiç unutmamacasına zihnimize ve hayatımıza yerleştirmektir. Ki asıl  meselemiz ebedi mutluluğu yakalamak için Rabbimizin bize emanet olarak verdiği her şeyi O’nun yolunda tutmak ve O’nun yoluna hizmet eden birer kul olmaktır…

Şu anda yaşadığımız merhalede; bazen hem insanlığımıza hem Müslümanlığımıza yakışmayacak şekilde yaşadığımız olaylar iyi değerlendirildiğinde aslında toparlanmamıza ve olgunlaşmamıza vesile olabilir. Yeter ki akıntıya kapılmayalım, yeter ki hayatı bugünden ve tul-i emel ölçeğinde yakın gelecekten ibaret düşünmeyelim…

Halit Bekiroğlu

17.12.2019

Okumaya devam et
Yazı

DÖRT YILDAN GERİYE KALAN

4 yıllık zor ama tatlı bir koşturmacayı geride bıraktım, Rabbim’e hamdolsun…

Bazen hiç planlamadığınız ve hatta aklınızın ucundan geçirmediğiniz imtihanlarla yüzleşirsiniz. İmtihan kapınızı çaldığında ve yükünü size bıraktığında size düşen hakkını vermek, altında ezilseniz bile teslim edilmesi gereken zamanda ve zeminde emaneti ilgilisine teslim etmektir…

İmtihanımız sür git devam ediyor, bundan sonra da devam edecek. Yaşadığımız her imtihanı onurumuza katkı sunan, tecrübemizi arttıran, insanlığa katkıya vesile olan bir husus olarak gördüğümüzde en ağır imtihanlar kolaylaşıyor, en ağır yükler hafifliyor…

Tüm bu imtihanlarda yanı başınızda güzel insanlarla olabildiyseniz engelleri aşabiliyorsunuz. Çok ama çok uzaklarda da olsa duaları size ulaşan insanların yüreğine değebilmişseniz işleriniz kolaylaşıyor…

***

ÖNDER’E 2011’de davet edildim ve aslında beklenmedik bir şekilde 2015’te başkanlık imtihanıyla yüzleştim…

2015’in Haziran ayında ÖNDER Genel Kurulu’nda yaptığım konuşmada “başkanlık görevinin emanet olduğunu, ağır ama şerefli bir görev olduğunu, kişilerin yalnız başına bu yükü kaldıramayacağını, kuşatıcı bir anlayışla ve geniş bir kadro ile yürütüldüğü takdirde güzel işlere vesile olunabileceğini” ifade etmiştim…

Rabbim’e hamdolsun, Türkiye’nin her tarafından ve hatta yurt dışından çok güzel dostlarla çalışarak 4 yılı geride bıraktım. 13 Nisan 2019’da ise yeni bir kardeşimize ve güzel/güçlü bir kadroya bayrağı devrettim…

Gönlünüz rahat bayrağı devretmişseniz yaşadığınız yorgunluklar ve dünyevi kayıplar gözünüze görünmez. Aileye daha az zaman ayırmak, sıla-i rahm’i hakkıyla yapamamak, can dostlarla muhabbetten mahrum kalmak, hayatın keyifli taraflarını atlamak gibi boyutlar birer kayıp yerine başka boyutlarıyla berekete ve huzura dönüşür…

Tüm zorluklarına rağmen vesile olabildiğimiz hayırlı işler hayat serüvenimizin akışında onurla taşıyacağımız ve bizden sonraki nesillere miras olarak bırakacağımız birer madalyaya dönüşür…

***

“Şunları yaptık, bunları da yaptık…” kabilinden cümleler yerine şu Hadis-i Şerif’e sığınmayı tercih ederim;

Allah sizin dış görünüşünüze bakmaz, fakat kalplerinize ve işlerinize bakar.”

Yaptıklarımızın rakamsal karşılığı ya da sayfalarla-kitaplarla ifade edilmesinin ötesinde daha önemli olan;

İmam Hatip camiasının tüm fertleri ve kurumları olarak; okullarımız, derneklerimiz, okul aile birliklerimiz, spor kulüplerimiz, paydaş STK’larımız, komisyonlarımız olarak elbirliğiyle, tam bir uyum içerisinde faaliyetler yaptık…

Yine ilgili kamu kuruluşlarımızla, yerel yönetimlerimizle, siyasetçilerimizle, bürokratlarımızla, akademisyenlerimizle, kanaat önderlerimizle, işadamlarımızla, öğrencilerimizle mezunlarımızla, bayanlarımızla erkeklerimizle, Anadolumuzla İstanbulumuzla el ele vererek faaliyetler yaptık…

***

Tüm faaliyetlerin odağına Hadis-i Şerif’te geçtiği üzere kalbimizi koyduk, iyi niyeti koyduk, kul olarak acziyetimizi ve ama sonsuz umudumuzu ve teslimiyetimizi koyduk…

Bunun içindir ki 2015-2016 eğitim-öğretim yılında şiarımız “Nitelikli Yenilik” oldu; okullarımızın fiziki ve muhteva olarak yenilenmesini, öğrencilerimizin ve eğitimin niteliğini önemsedik…

2016-2017’de “İstikamet Üzere” dedik; 28 Şubat’tan 15 Temmuz darbe girişimine geldiğimiz süreçte tecrübe ettiğimiz ve sancısını çektiğimiz “dosdoğru olma”nın, “ifrat ve tefritten uzak olma”nın önemine vurgu yaptık…

2017-2018’de “Samimiyetle” dedik; kazançlarımızın, başarılarımızın, yapıp-etmelerimizin ancak samimiyetle anlam bulabileceğini ve bereketleneceğini tüm faaliyetlerimizde işledik…

Bu eğitim sezonunda ise “Bilgi ve Hikmetle” dedik; bilginin ve bilincin değeri anlaşılsın istedik. Bilgiyle birlikte “mü’minin yitik malı” olan hikmetin de altını çizdik. Bilgi donanımımızın, bilinci kuşanmamızın ve hikmeti arayışımızın bizi çok geniş bir ufka taşıyacağına, bütün insanlığa söylenebilecek söz üretmeye vesile olacağına inandık…

Dört koca yılda, diğer bir yönüyle hızlıca geçen dört kısa yılda, İmam Hatip camiasının teslim ettiği bayrağı birbirinden değerli kardeşlerime teslim etmenin mutluluğunu ve gururunu yaşıyorum…

***

Bugünlerde beni en çok sarsan “İçinizden hayra davet eden, iyiliği emreden, kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun” ayetini şiar edinerek az ve küçük gurupların ve hatta her bir ferdin kıymetini bilerek yolculuğumuza devam etmektir…

Tüm unvanlardan, makamlardan, iktidarlardan, görüntüden, gösterişten, çokluktan ötede; “Bir insanın hidayete ermesi bütün bir insanlığın hidayete ermesi gibidir” yaklaşımıyla küçük büyük demeden her bir imtihanımızı başarıyla vermeye çalışmaktır…

Her şeyin yukarıdan aşağıya olması kolaycılığının aksine; camiden, evden, sokaktan, pazardan, okuldan başlayarak Allah’ın her bir kulunu değerli görmektir…

Bulunduğumuz kurumlarda ya da organizasyonlarda yeni insanlara yol açan, gençlerin önünü açan, çalışmaları tıkamayan, tecrübeyi kutsamayan, sınırlı/süreli görevler yaparak vakitlice görevi devreden, statikleşmeden ve donuklaşmadan emanetin ve imtihanın gereğini yapmaktır…

***

4 yılda yaşadım ve gördüm ki;

Her zamankinden daha fazla gayrete ihtiyacımız var…

Her zamankinden daha fazla düşünmeye ve üretmeye ihtiyacımız var…

Her zamankinden daha fazla hakkın ve hakikatin yanında olmaya ihtiyacımız var…

Her zamankinden daha fazla küçük hesaplardan kurtulmaya ihtiyacımız var…

Her zamankinde daha fazla kardeşliğe ve kuşatıcılığa ihtiyacımız var…

***

Tarihin bir kesitinde, bir insan ömrü içerisinde, 4 yıllık bir dönem yaşadım;

Sadaka-i cariye olarak yazılır ve de amel defterimin kapanmamasına vesile olabilirse ne mutlu bana…

Rabbim hepimizin yolunu açık eylesin,

Yürüyüşümüzü vakur ve daim kılsın,

Ayaklarımızı sabit kılsın ve güçlendirsin,

Gönlümüzü ferah tutsun ve genişletsin,

Zihnimizi canlı tutsun ve genişletsin…

***

Yanlışlarım ve eksiklerim için Yüce Rabbim’den af ve mağfiret, sizlerden helallik diliyorum…

Allaha emanet olunuz…

 

Halit Bekiroğlu

14 Nisan 2019

Okumaya devam et
Yazı

Berekete İnancımız

Bereketin nerde, ne zaman ve nasıl olduğu çoğunlukla bilinmez. O yüzden sabah erkenden dükkanı açarken, bir öğretmen olarak sınıfa girerken, ebeveyn olarak eve girip çıkarken besmele çekmek, duayla başlamak, muvaffak olmaya niyetlenmek aslında berekete olan inancın yansımasıdır…

Bereket demek umut demektir, matematiksel olarak hesaplanmaz. Ne kadar ve tam olarak hangi zamanda geleceği bilinmez. Berekete olan inanç azmettirir, gayretkeşliğe yönlendirir. O çabanın ve mücadelenin sonucu olarak bilinmezlik içerisinde bir gün kapımızı çalar. “Hesaplayamacağınız yerden rızıklandırırız sizi…” buyruğunu bize hatırlatır adeta…

Bereket sabır demektir, beklemeyi gerektirir. Aslında beklemenin ötesinde tahammülü gerektirir. Ulaşamamanın da bir imtihan olduğu bilinciyle özeleştiriye yönlendirir. “Acaba ne kusurum var da bereket gelmiyor…” diye düşündürür…

Bereket çoklukta aranmaz, daha fazlasını isteyenlere varmaz. Her şeyin daha büyüğünü, en büyüğünü, en güçlüsünü, en çoğunu isteyenler bereketi ıskalar. Bereket bazen kendini az olanda gösterir ve aslında az görünüp de çok olandır bereket…

Eğitim yaparken de, ticaret ya da siyaset yaparken de ve hatta ilimle iştigal ederken de aradığımız aslında bereket olmalıdır. Çünkü bereket bizi manaya götürür, maddi olanı aşmamızı sağlar…

Bereketi kavradığımızda; yıllarca bir öğrenci ile ilgilenmenin anlamını kavrarız, ille de devasa salonlarda konferans vermek zorunda hissetmeyiz kendimizi. Kazancımızın helal oluşunu banka hesaplarımızın şişkinliğine ya da mülklerimizin çokluğuna tercih ederiz. Milyonlarca oy almanın ötesine geçip her bir vatandaşın huzuru ve mutluluğunu esas alır, küçücük sosyal siyasal sorunları dahi dert ediniriz…

Bereketimizi yitirmeyelim! Çok ve büyük olanın peşinde insanlığımızı ve maneviyatımızı yitireceğimize az ve küçük olanın bereketindeki büyük anlamı, etkisi büyük ve kalıcı boyutunu düşünelim. Kısa sürede ulaştığımız rakamlar ve oranlar bereketle taçlansın istiyorsak önce bereketin nicel bir husus olmadığına inanarak yola çıkalım…

 

Halit Bekiroğlu

16.09.2018

Okumaya devam et
Yazı

Eğitime Bismillah!

İki aydır yatıp-kalkıp eğitim konuşuyoruz. Yeni bakan, sistem değişikliği, kadro değişikliği, çalıştaylar, eleştiriler, umutlar…

Ve derken 2018-2019 eğitim-öğretim sezonuna başlamış olduk…

Öncelikle “hayırlı uğurlu olsun, bereketle ve manayla dolsun…” duamızı yapalım. Tüm idarecilerimize, öğretmenlerimize, öğrencilerimize, velilerimize, eğitim gönüllülerine ve paydaşlarına, kısacası tüm eğitim camiasına hayırlı olsun diyelim…

Gelin hep beraber besmele çekelim, Allah’ın adıyla başlayalım, O’ndan yardım ve bereket dileyelim. Yüceliği, maneviyatı, bereketi, aşkı hesaba katmadan ilerleyemediğimizi gördük ve görüyoruz. Maneviyatı yok sayarak yaptıklarımızın bizi ne kadar manadan uzaklaştırarak tek kanatlı kuşa dönüştürdüğünü acı tecrübelerle yaşadık…

Eğitim mevzusunun güç ve iktidarla ilgili olmadığını, yukarıdan aşağıya talimatla yürümeyeceğini, parayla-pulla alakası olmadığını, ahbap-çavuş ilişkisiyle yürüyemeyeceğini, kopyala-yapıştırın çaresizliğini, şuculuk-buculuğun daraltıcılığını, şabloncu ve tektipçiliğin basitliğini fazlasıyla gördük…

“En Büyük Olan”a ve herşeyi “En İyi Bilen”e sığınarak başlayalım bu eğitim sezonuna; müdürümüz besmeleyle okula giriş yapsın, öğretmenimiz besmeleyle sınıfına girsin, veli çocuğunun elinden tutarken besmeleyle tutsun, sivil toplum kuruluşları hesabı-kitabı ikinci plana bırakarak hasbilikle ve aşkla bismillah desin yeni sezona…

Eğitimdeki problemlerimizi sıralamada üzerimize yok, uzun listeler çıkartabiliyoruz maşallah! Aslında “sorun tespit yarışları”ndan çok samimiyet ve heyecana ihtiyacımız var. Öğrenciyle karşılaşmamızdaki samimiyet ve heyecan, veliyle karşılaştığımızdaki samimiyet ve heyecan…

Ve tabi müdürün öğretmenle karşılaşırken samimiyeti ve heyecanı yanında velinin de öğretmenle ve idareciyle karşılaştığındaki samimiyet ve heyecanı…

Eğitime her birimiz bismillah dersek eğitimin ortak meselemiz olduğunu daha iyi anlarız. Eğitimin çözümünü; öğretmen ya da müdüre, öğrenci ya da veliye havale etmemiş olur ve topyekün ve içtenlikle çözüme katkı sunarız…

Bu ülkedeki birçok sorunumuz gibi eğitim alanındaki sorunlarımızın da çözümü ortaklaşmaktan geçer. İlgili herkesin ama herkesin sorumluluğunun farkında olarak ve uyumla katkıda bulunmasından geçer…

Veli olmadan eğitim olmaz, aile olmadan çocuk sorunlu gelir okula. Müfredattan okul ortamına, idareciden öğretmene, sivil toplumdan MEB dışındaki ilgili bakanlıklara kadar hepimiz kişisel ve kurumsal asabiyetlerimizi bir tarafa bırakınca çocuklarımızın sorunlarını aşabiliriz…

Bizler eğitime ve çocuklarımıza bakışı değiştirdikçe; onları insan ve Allah’ın emaneti olarak gördükçe, başlangıçlarını besmeleyle yaptıkça eğitimin araç gereçleriyle ilgili sorunlarını çok rahat aşarız. Bu kadar bütçe ayırmamıza rağmen ve bu kadar konuşmamıza rağmen aşamadığımız şey; zihniyetimizdir, kendimizdir, alışageldiklerimizdir…

Yeniden bismillah diyelim; eğitim sezonuna bismillah, evlatlarımıza bismillah, ilk derse bismillah ve elbette kendimize, geleceğimize bismillah…

 

Halit Bekiroğlu, 17.09.2018

Okumaya devam et
Yazı

İmam Hatiplere Gönül Vermiş Kardeşim!

İmam Hatiplerde;

Yöneticilik,

Öğretmenlik,

Hizmetkârlık yapan Kardeşim,

Bulunduğu her ortamda,

Her şartta,

İmam Hatiplere katkıda bulunmaya çalışan

Gönüllü Kardeşim!

 

İmam Hatip okuluna gelen ve gelme potansiyeli olan her öğrenciyi başına tâc edin;

Boyuna-posuna,

Notuna,

Kimliğine bakma!

Her bir öğrenciyi Allah’ın emaneti ve lütfu olarak gör…

 

İmam Hatiplere hizmet etmek istiyorsan,

Çözümü sadece kendinde görme;

İstişare et,

Kuşatıcı ol,

Daha çok insanı ve kurumu kat süreçlere…

 

İmam Hatipleri sevdirmek istiyorsan,

Gönlün kadar ikramın da olsun;

Çayını servis et,

Kırk yıl hatırı olsun kahvenin,

Tebessümün sadakan olsun,

Hediye taşısın yüreğin…

 

Okuluna ve sana gelene,

İmam hatipçilik yapma;

Anlat,

Göster,

Öv,

Gurur duy,

Ama imam hatipli olmayanı asla dışlama,

Seni tercih etmese de seni severek ayrılsın…

 

İmam hatiplerin görüntüsünü önemse,

Ama gösteriş yapma, hakikatle olsun işin;

Kendini temiz tut,

“Elbiseni temiz tut”

Çevreni arındır,

Dinginlik sarsın her yanını,

Seni öldürmeye gelen sende dirilsin…

 

İmam hatipler zor diyecekler;

Zorun ne olduğunu anlat,

Zoru başarmayı öğret,

Öğretilmiş tembelliği ve ezikliği yık,

Yeni bir dünyaya taşı gelenleri…

 

İmam hatiplerle ilgili karamsar konuşmalar yapacaklar;

En zor şartlarda neler yaptığımızı anlat,

Küllerimizden nasıl dirildiğimizi,

Önderliğimizi,

Öncülüğümüzü,

İnancın tekeden nasıl süt çıkardığını anlat…

 

İmam hatipleri farklı okullarla kıyas edecekler,

Çık bu cendereden;

Başka okulları olumsuzlamadan kendini anlat,

Okulunu,

Ürünlerini,

Projelerini,

Geleceğe olan inancını anlat…

 

İmam hatiplere hizmet ediyorsan;

Ulaşılmaz olma,

“Yüzünü çevirme”,

Kapın açık olsun,

İnsanlara tepeden bakma,

Yüreklerinin hizasından konuş onlarla…

 

İmam hatipleri model olarak öneriyorsan;

Adil ol,

Öğrenci arasında ayrım yapma,

Velileri pozisyonuna göre değerlendirme,

Tepelerden gelen telefonlara râm olma,

Koca koca adamlara değil,

Koca koca yüreklere hizmet et…

 

İmam hatiplerdeki hayır vesilesiyle,

Cennete ulaşmaya çabalıyorsan;

Binanın ve sayının ötesine geç,

Elbette önemse bunları ama eşyaya tapma,

Ve bil ki, kutsal olan insandır,

Bizi kurtaracak olan yetiştireceğimiz nesillerdir,

Cennetimiz; öğrencilerimiz ve yavrularımızdır…

 

İmam hatiplere yardımcı olmak istiyorsan;

Sabırlı ol,

Tahammül et,

Sözünü güzel söyle,

Eylemin estetik olsun…

 

İmam hatiplerin başarısını istiyorsan,

Salt akademik başarıya bakma;

Kültürü,

Sanatı,

Sporu,

Sosyalliği de bir tür başarı olarak gör…

 

İmam hatipler için seferber olmak istiyorsan,

Kesenin ağzını aç,

Yüreğini, zihnini ve çevreni aç;

Bir burs ver,

Bir öğrenci ikna et,

Kitaplar bağışla,

Eşya al pansiyona,

Yemek yap,

Erzak ver,

Ücretsiz derslere yardım et,

Karşılık beklemeden konferans ver gençlere…

 

İmam hatipler ortak paydamız diyorsan;

Kardeşliğimizi kırmızı çizgi olarak çiz;

Ayrıştırmaya pirim verme,

Irkçılığı ayaklarının altına al,

Grupçulukla, hizipçilikle küçültme dünyanı,

Ümmete en geniş haliyle gönlünü aç…

İmam hatiplere uzaktan bakıp,

Oluş(turul)muş algıyla yorum yapmak yerine;

Yakınlaş,

Ziyaret et,

Selam ver müdüre,

Öğretmene teşekkür et,

Kapıdaki güvenlikçinin omuzuna at elini,

Sana yöneleni velinimet olarak gör,

Anla ve anlat…

 

İmam hatipleri tanıtmak istiyorsan;

Bir video çekip youtube’da yayınla,

Cesaretle ve ama nezaketle bir twitt at,

Okulun ve öğrencinin ve faaliyetlerin,

Bir karesini instagram’a taşı,

Televizyonda çağrı yap,

Gazeteye röportaj ver,

Afiş as,

Broşür dağıt…

 

Velhasıl sevgili imam hatip gönüldaşı kardeşim,

Kendine gel yeniden,

Ortaya yüreğini ve gövdeni koy,

Tüm rehavet safsatalarına kulaklarını kapat,

Metal yorgunluğu nedir bilme,

Fuat Sezgin Hoca gibi günde 17 saat çalışma yap,

Dünya uyusa da sen hep uyanık kal,

Her bir imam hatiplinin önderliğine,

Her bir gencimizin huzuruna vesile ol…

 

Halit Bekiroğlu, 05.07.2018

Okumaya devam et
Röportaj

ASKERİ OKULLARDA YENİ DÖNEM

15 Temmuz darbe girişiminden sonra askeriye başta olmak üzere pek çok alanda yenilenmeye gidildi. Yapılan yeni düzenlemelerle artık tüm lise türlerinden öğrenciler askeriyeye girebilecek. Önder Genel Başkanı Halit Bekiroğlu İmam-Hatip öğrencilerinin askeri okullara girebilmesinin önünü açan düzenlemeyle ilgili merak edilenleri Yeni Şafak için cevapladı.

Askeri okulların kapatılması, kurmay subay yetiştirme ve lisansüstü eğitim için Milli Savunma Üniversitesi’nin kurulmasıyla daha önce askeri okullara alınmayan İmam-Hatip öğrencilerine de rütbeli asker olabilme yolu açıldı. Bu düzenlemeyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Söz konusu yeni düzenleme özgürlükçü eğitim anlayışına ne gibi katkı sağlayacak?

Bu soruyla ilgili olarak öncelikle şu tarihi arka planı ifade etmeliyiz; Son 150-200 yıllık “modernleştirici” evremiz maalesef sağlıklı bir şekilde gerçekleşmedi. “Taklitçi modernleştirme” diye adlandırabileceğimiz bu anlayışın 19. yüzyıldan itibaren askeriye odaklı başladığını görüyoruz. Bu taklitçi anlayış, Cumhuriyet dönemi ile birlikte orduyu, tamamıyla toplumdan ve milletten soyutlayan adeta bir gettoya dönüştürdü. Böylece “marjinal” birtakım yaklaşımlarla orduya öğrenci alınması anlayışı ön plana çıktı. Özellikle dindar kesimin çocukları başta olmak üzere toplumun ana damarına ordu kapısını maalesef kapatmış oldu. İmam-Hatiplerin orduya katılamamasının böyle bir arka planı var. Özetle “taklitçi modernleştirme” anlayışının bir sonucu olarak adeta “millete kapalı” sayılabilecek bir ordunun oluşum sürecini yaşadık.

Milletten uzak bir ordu yapısının zararını 15 Temmuz’da bir kez daha görmüş olduk. Ordunun temel, dini ve kültürel referanslarla arasına koyduğu mesafe, orduya sızmaya çalışan marjinal din anlayışlarının güçlenmesine de fırsat verdi ve ordunun sağlıklı bir zeminde ve ülkemize yakışır bir biçimde kendi doğal mecrasında ilerlemesine engel oldu. Bu da geçmişte olduğu gibi maalesef 15 Temmuz’da da yine darbe girişimleri ile neticelerini gösterdi.

İmam-Hatiplerin bundan sonraki dönemlerde Harp Okullarına ve Milli Savunma Üniversitesi’ne alınmasını çok ekstra bir uygulama olarak da görmemek lazım. Bu zaten olması gereken bir uygulamaydı. Doğal olan, İmam-Hatipliler gibi, bu ülkenin bütün vatandaşlarının çocuklarının asker olabilmesi, milletin kendi çocuklarını harp okullarına ve kurulacak olan askeri üniversitelere gönderebilmesidir. Bu yönüyle 15 Temmuz’la birlikte aslında bir tür hak iadesi gerçekleşmekte ve ordu doğal mecrasında teşekkül etme fırsatını yakalamaktadır.

58 yıllık köklü bir geçmişe sahip kurumunuzun askeri okulların İmam-Hatipli öğrencilere açılması yönünde bir çalışması oldu mu? Olduysa ne gibi çalışmalar yürütüldü? Anlatır mısınız?

İmam-Hatiplilerin askeri okullara alınması ile ilgili Genel Kurmay Başkanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı’nın ilgili bütün kurumları ile yaptığımız görüşmeler hızlı bir netice vermediği için en son yargı yoluna başvurmak durumunda kaldık. Ancak 15 Temmuz’dan sonra hükumetimizin attığı adımlar ve aldığı olağanüstü kararlar, meselenin çözümüne dair toplumun tüm kesimleri için olumlu sonuçlar verecek bir noktaya geldi. Tüm bu gelişmelere rağmen hala birileri İmam-Hatiplilerin orduya girmemesini düşünüyorsa ülkenin sosyolojisinden ne kadar uzak kaldıklarını üzülerek ifade etmeliyim.

Bu röportaj 2016 yılında Yeni Şafak’ta yayınlanmıştır.

Okumaya devam et
Röportaj

EŞGÜDÜMLÜ VE BÜTÜNCÜL EĞİTİM MODELİ

Sadece akademik odaklı başarının öğrencilerin motivasyonunu düşürdüğünü ve yeteneklerinin ortaya çıkmasına engel olduğunu biliyoruz. Bu bağlamda neler yapılması gerektiğini ve çözüm önerilerini Hürriyet Gazetesi’ne verdiğimiz röportajda değerlendirdik.

Son 5 yılda İmam-Hatip okulu ve öğrenci sayısı 2 kat arttı. Siz bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

İmam-Hatip okulları diğer bütün eğitim kurumlarımız gibi ülkemizin sosyolojik yapısına uygun eğitim kurumlarıdır. İmam-Hatip okullarının açılmasını sayısal artış olarak değil, 28 Şubat döneminde elimizden alınan hakların geri verilmesi bağlamında değerlendiriyoruz. Yani artış olarak nitelendirdiğiniz nicel duruma, kapanan okullarımızın açılması ve hak ihlalinin giderilmesi olarak bakmak daha objektif olacaktır.

İmam-Hatip lise ve ortaokullarıyla ilgili şu anki mevcut durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

İmam-Hatiplerin sayısal artışından çok nitelik durumunu konuşmamızın ülkemizdeki eğitim kalitesi açısından daha faydalı olacağı kanaatindeyim ki biz de niteliğe odaklı faaliyetler yapıyoruz. Okullardaki fen ve sosyal ağırlıklı eğitimler, yabancı dil ağırlıklı hazırlık sınıfları ve proje okulları bugün iyi seviyededir. İmam-Hatiplerde İngilizce, Arapça, Almanca yanı sıra İspanyolca hazırlık sınıfları mevcut. TEOG sınavında başarı elde eden ve Türkiye birinciliği kazanan öğrenci sayısı geçen yıllara kıyasla yüksek oranda artmış durumdadır. Bu da İmam-Hatip okullarının eğitim kalitesi olarak diğer eğitim kurumlarımızla yarışır seviyede olduğunu göstermektedir. Şimdi İmam-Hatiplerimize yeni proje okullarımız eklendi. Fen lisesi müfredatlı, sosyal bilimler lisesi müfredatlı, sanat, dil vb. müfredatlı imam hatiplerimiz var. İnşallah yakında spor vb. alanlarda da proje okullarımız olacak. Buradaki en önemli amacımız, eğitim sistemimizin en önemli handikapı olan salt akademik başarı tabusu üzerinden değil çocuklarımıza yetenekleri ve kabiliyetleri doğrultusunda destek olmaktır.

İmam-Hatip lise ve ortaokullarının eğitim kalitesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biz akademik başarının yanı sıra gençlerin sosyal ve kültürel anlamda da kendilerini geliştirmeleri gerektiğine inanıyoruz. Her bir öğrencimizin yetenekleri doğrultusunda değerlendirilerek o yönde eğitim almaları, kültürel, sanatsal, sosyal ve sportif faaliyetler eşliğinde akademik başarılarının artacağını düşünüyoruz. İmam-Hatip okulları bu anlamda her geçen gün farklı çalışmalarla öğrencileri geleceğe hazırlayacak adımlar atmaktadır. Bu noktada aile, öğretmen ve okul idaresi kolektif bir çalışma yürüterek sağlıklı bir gelecek inşasında aktif rol almalı diye düşünüyoruz. Buna sivil toplumu da ekleyerek eşgüdümlü bir şekilde ve bütüncül olarak eğitim süreçlerini takip etmeliyiz. Sadece akademik odaklı başarının öğrencilerin motivasyonunu düşürdüğünü ve yeteneklerinin ortaya çıkmasına engel olduğunu biliyoruz. Öğrencileri de velileri de bu anlamda bilinçlendirmek gerektiğini düşünüyoruz.

Okumaya devam et
Röportaj

NİTELİKLİ EĞİTİM MODELİNDE İMAM HATİPLER

‘’Bir İmam Hatiplinin farkı ne olmalı? İmam Hatiplerde nicelik arttıkça nitelik de artıyor mu? İmam Hatip ruhu hala devam ediyor mu?’’ sorularını Diriliş Postası’ndan Sevda Dursun ile yeniden gündemimize aldık ve yanıtlar aradık.

ÖNDER, hangi amaç için kuruldu?

ÖNDER, 1958 yılında İstanbul İmam Hatip Lisesi mezunları tarafından kurulan bir dernektir. Dernek amacı itibari ile İstanbul İmam Hatip mezunlarını bir araya getirmiş, mezunlar üzerinden yeni öğrencilere yardımcı olmaya çalışmıştır. Zaman içerisinde İmam Hatiplerin sayısı arttıkça, yeni mezun dernekleri oluşmaya başladı. ÖNDER, bir çatı kuruluşu haline geldi. Türkiye’de şu anda 374 mezun derneği ve 40’ı aşkın spor kulübü var. Bütün bu mezun derneklerimizi ve kulüplerimizi kuşatacak şekilde faaliyetlerimizi yürütüyoruz. Öğrencilerimizle hem okulda hem okul dışında ilgilenmeye çalışıyoruz.

Direkt öğrencilerle değil de mezun dernekleri aracılığı ile mi öğrencilerle ilgileniyorsunuz?

Bizzat bizim ilgilendiğimiz öğrenciler de var. Mesela, Kefken’de 11. sini gerçekleştirdiğimiz, geleneksel hale gelen “Kardeşim Dedim” kamplarını düzenliyoruz. Bu kamplarda, İmam Hatipli ve lider kabiliyetli gençleri toplayıp, sportif, kültürel, sanatsal ve eğitsel faaliyetlerde bulunuyoruz. Bu gençler, bulundukları okullardaki diğer gençlere rehberlik yapıyorlar.

Çalışmalarınızdan biraz söz edebilir misiniz? ÖNDER olarak gençlere yönelik neler yapıyorsunuz?

Birkaç başlık altında bunları özetleyebilirim. Birincisi, gençleri bilinçlendirmeye yönelik faaliyetler. Gençlerimiz okullarda meslek dersleri de dahil, birçok ders görüyorlar. Biz gençlerimizin aldıkları o bilgilerin üzerine bilinç, şuur eklemeye çalışıyoruz. Bunu; kamplar, okuma grupları gibi kültürel, sanatsal etkinliklerle yapıyoruz. Okul dışında gençlere sunduğumuz etkinlikler, o genci daha bilinçli ve dinamik hale getiriyor. Gençlerin en çok ilgi duyabileceği alanlardan biri spordur. Gençlerin dinamik yönlerini hesaba katmazsanız, ders çalışma dışında o gencin bir başarısı olmuyor. Oysa biz her gencimizden akademik başarı beklemek zorunda değiliz.

 Bir İmam Hatiplinin farkı ne olmalı?

Bir İmam Hatipli genç, üç şeyi mutlaka yapmalı. Birincisi, mutlaka kitap okuma alışkanlığı edinmeli. Dini kitap okumak zorunda değil, roman okusun, şiir okusun, hikâye okusun. Kitap okumayan İmam Hatipli genç düşünmek istemiyoruz. İkincisi, mutlaka bir sporla uğraşmalı. Eskiye nazaran daha fazla imkânlarımız var. Buna rağmen spor yapmıyorsak, bu bizim eksikliğimiz ve tembelliğimiz. Üçüncüsü İmam Hatipli bir genç, mutlaka bir sanat dalıyla uğraşmalı. Burada da denklemimiz şu; kitap okumak zihninizi geliştirecek, spor bedeninizi geliştirecek, sanat da ruhsal gelişiminize katkıda bulunacaktır.

Eskiden İmam Hatip ruhu diye bir şey vardı. Fakat şimdiki İmam Hatiplilerde bu ruhu göremiyoruz. Bunun sebebi nedir?

Biz tam da o İmam Hatip ruhunu yeniden kazandırmaya yönelik faaliyetler yapıyoruz. Bilinç dediğimiz şey, biraz da aksiyonla ilgilidir. Siz gence aksiyon kazandırmadığınız zaman, söylediklerinizin çok fazla karşılığı olmuyor. Bunun somut bir örneğini anlatmak istiyorum. Gençlik komisyonumuz, bayram öncesinde, Mısır’daki idam kararlarıyla ilgili bir çalışma başlattı. Aslında sadece İstanbul’da düşündükleri bir faaliyetti. Her ilden gençlerin ilgisi çok yoğun oldu. Buradan şunu görüyoruz, genç aksiyon istiyor, hareket istiyor. Dolayısıyla bilinç, ruh dediğimiz şey, sadece kitap okuyarak, kültürel-sanatsal faaliyetler yaparak olacak bir şey değil. Fiiliyatta da o gence, o heyecanına karşılık gelecek meşru ve makul çerçevede bir zemin sunmanız gerekiyor.

 İmam Hatipler, sosyal rolü etkili olan okullardır. Fakat üniversite sınavlarında sosyal alan gittikçe daralıyor. Sözel birçok bölüm (hukuk, siyasal vb.), eşit ağırlıktan öğrenci alıyor. İmam Hatipler için bu sorun teşkil etmiyor mu? ÖNDER, bunun için bir şeyler yapmayı düşünüyor mu?

Aslında çok önemli adımlar atıldı. Zannedersem bunlar çok fazla duyulmuyor. Otuzun üzerinde proje İmam Hatip Okulu var. Artık birçok İmam Hatip Lisesi’nde hazırlık sınıfları var. YÖK, Hukuk ve benzeri bölümlerle ilgili de yeni bir düzenleme yaptı. Ama dediğiniz nokta önemli. Gençlerimizi sadece sözel derslere ilgi duyan, sayısala ilgi duymayan tarzda yetiştirmek istemiyoruz. Bir genç, mühendis olmak istiyorsa sayısalla ilgili sıkıntısı olmasın, sosyolog olmak istiyorsa sözelle ilgili sıkıntısı olmasın.

TEOG sınavı bitti ve gençler tercihlerini yapıyor. Ailelere söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Çocuklarını gönül rahatlığı ile İmam Hatip Liselerine gönderebilirler. İkincisi, İmam Hatiplerin hızlı bir şekilde kalitesi yükseliyor. İmam Hatiplerde her türlü laboratuvar imkanı var. Yurtları, pansiyonları gayet iyi, proje okullarımızda seçkin öğretmenler eşliğinde ve idareciler eşliğinde eğitimler yapılıyor. İmam Hatiplerde dersler dışında da ciddi aktiviteler var. Bunlar sosyal, kültürel, sanatsal, sportif aktiviteler. Öğrencilerimizi yurt dışına gönderiyoruz. TEOG’da başarı kazanmış öğrencilerimize burs veriyoruz. Bu konuda olumsuz propagandalardan, siyasi atmosfer ve çekişme dolayısı ile İmam Hatiplerle ilgili yıpratma teşebbüslerinden etkilenmeden, gönül rahatlığı ile çocuklarını göndersinler.

Okumaya devam et
Röportaj

BİR BÜTÜN OLARAK EĞİTİM ANLAYIŞI

Ülkelerin gelişmişlik seviyelerini belirleyen asli unsurlardan biri hiç şüphesiz eğitimdir. Eğitimi bir bütün olarak görüp yorumlamalı ve aksaklıklara bakış açısıyla kalıcı çözümler getirmeliyiz. Eğitime dair konuların ele alındığı bu röportaj Akit Gazetesi ile yapılmıştır.

Yeni dönemde eğitimdeki öncelikler neler olmalı?

Ülkemizde var olan ve öğrencilerin farklı alanlardaki başarılarına, ilgilerine ciddi anlamda gölge düşüren akademik tabunun bir an evvel bitirilmesi gerekiyor. Çocuklarımızın, gençlerimizin sadece akademik alanlardaki başarıları ile kabul gördükleri bir eğitim sistemi, onların yetenekleri doğrultusunda hareket etmelerinin ve kendilerini ifade etmelerinin önünde büyük bir engel olarak duruyor. Sadece sayısal ve sözel dediğimiz derslerdeki başarıyı baz alarak test sistemiyle öğrencilerin elenmesi sisteminin eksikliklerinden biridir.

Eğitim dünyasının işgücüne ve dolayısıyla ekonomiye katkısı için sizce neler yapılmalı?

Mesleki eğitimin erken yaşlarda başlaması gerektiğini düşünüyorum. Akademik olarak başarı gösteremeyen çocuklar, sahip oldukları yetenekler doğrultusunda doğru mesleğe yönlendirilebilirler. Teorik olarak birçok konuya hakim ancak uygulamada büyük sıkıntılar yaşayan üniversite mezunu gençlerin sayısı bir hayli fazla. Ayrıca öğrenciler daha okul dönemindeyken rehberliğin de katkısıyla kariyer planlamalarına yardımcı olunmalı ve mümkün olduğunca pratik hayatla iç içe yönlendirmeler yapılmalı.

Yeni neslin sağlam karakterli yetişmesi için öğretmenlere düşen 3 önemli görev nedir?

Öğretmenlerin iyi birer rol model olarak kendilerini geliştirmeye sürekli devam etmeleri gerektiğini düşünüyorum. Bizim inancımıza göre “ilim, beşikten mezara kadar” sürmesi gereken bir çabadır. Çocukların sadece sorularını cevaplayan veya onlara bilgi yükleyen değil; alışkanlıkları, hobileri, hayatı yorumlama tarzları ile öğrencilerin önünde ufuk açan kişiler olmaları. Söylem ve eylem arasındaki tutarlılık en önemli noktalardan biridir. Öğretmenler, söylediklerinden ziyade yaptıkları ile öğrencilerin zihinlerinde yer ederler.

Makul ölçüde yapılan eleştirilere açık olmak ve çocukların verileni olduğu gibi alıp kabul eden bireyler değil, sorgulayan, sorular soran, doğrunun peşinde iz süren bireyler olmalarını, yani kendi ayakları üzerinde durabilmelerini desteklemeleri gerekir.

Öğretmenlerin birer “gönül insanı” olarak hareket etmeleri önemlidir. Yaptıkları işe yüreklerini katmaları, her bir çocuğun derdiyle azamî hassasiyetle ilgilenmeleri, çocukların problemleriyle yakinen ilgilenmeleri gerekir. Bu durumda çocukların gönlüne hitap eden öğretmen modeli ortaya çıkmış olur ki ondan sonra çocuğun eğitimi artık daha da kolaylaşır.

ÖNDER’in eğitimcilere dönük yeni dönemde geliştirdiği bir proje varsa özet olarak paylaşır mısınız?

Gençlerimizin kitap okuma alışkanlıklarının zayıf olduğunu biliyoruz. Aslında bir başka açıdan baktığımızda bu eksikliğin sadece gençlerde olmadığını, genel anlamda kitap okuma konusunda zayıf olduğumuzu ve dolayısıyla da bunun gençlere de yansıdığını söyleyebiliriz. Türkiye genelinde uyguladığımız projeye göre öğretmenler eşliğinde öğrencilerin yılda 6 kitabı okumalarını ve bunu Türkiye genelinde 6000 gurup şeklinde yürütmeyi planlıyoruz. Formal eğitimin dışına çıkıp öğretmenin bir ağabey gibi öğrenci ile hasbihal etmesi, bu hasbihali kitap odaklı yapması birçok açıdan faydalı olacak.

Okumaya devam et