“Ruhumuzun içinde kar yağar
Anamızdan doğduğumuz geceden beri
Heybemizi emektar makinelere yükleriz
Fikirlerimizi tifil vinçlere
İri buğday tanelerinin trenleri yürüttüğünü bilmeyiz
Biz yangında koşuyu kaybeden atlarız
Biz kirli ve temiz çamaşırları
Aynı zaman aynı minval üzere katlarız
Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız”

Farklı noktalarda menzillerimiz var, merhale merhale menzillere ulaşacağız. Biri bitince diğeri başlayacak. Hep deriz ya ‘uzun bir yol’ bizimkisi, dur durak bilmeyen upuzun bir yol. Bir o kadar ince, bir o kadar zor ve ama bir o kadar güzel bir yol.
Özbekçe de ‘zor’ kelimesi iyiliğin/güzelliğin karşılığı olarak kullanılır. Olumlu neticelere zorluktan sonra ulaşılıyor. Kolay ulaşılanlar zaten geçici oluyor. Maddi ya da manevi, iyiye güzele ulaşma çabası, merhaleler aştıktan sonra gerçekleşiyor. Ama hiçbir merhalede süreç bütünüyle tamamlanmış olmuyor; yeni bir başlangıç, diriliş, uyanış, toparlanış gerekiyor.
Yürüyüşler beni kendiliğinden koşu merhalesine taşıdı. 2019’da önce 1km, 2km, derken 5-10 km koşmaya başladım.
Yol yoldaşlarla yürünür. Bu yürüyüşlerde, koşmalarda, dinlenmelerde, düşünmelerde, birlikte olduğum çok güzel dostlarım oldu. Onlara teşekkür etmekten çok, minnettarım. Çünkü yoldaşlık yola daha bir anlam katıyor. Klişe olacak ama eskilerin dediği gibi “önce refik, sonra tarik”. Yani yoldaş olmadan yol eksik oluyor, yok oluyor.

Aslında yol ve yoldaşın bütünleşik olduğunu da söyleyebiliriz. Biri diğerinden bağımsız değil, birbirini tamamlıyor. Bazen yola çıktığınızda yoldaş ediniyorsunuz ya da yoldaş elinizi tutuyor, bazen de yoldaş elinizden tutup sizi yola çıkarıyor.

5-10 km’ye varınca geçen yıl bugünlerde, dostlarla 15K denemesi yapalım dedik. Kazasız belasız tamamladık hamdolsun. Bir menzile ulaşınca diğer menziller ufukta görünmeye başlıyor. Çünkü yolculuk devam ediyor, yol devam ediyor. Akabinde 21K, yani ‘yarı maraton’ denedik dostlarla ve bu menzil sonrası 42K maratonuna karar verdik.

Anlayacağınız dostlar, bir durak bizi diğer durağa yönlendirdi. Yolculuğumuz devam etti ve ediyor. Şükür ki güzel insanlarla ve içtenlikle devam ediyor. Kırmadan, dökmeden, kasmadan, abartmadan, yarışmadan, kapışmadan, samimiyetle yolumuza devam ediyoruz.

42 K denemesi ile doğal yolculuğun kıymetini de far kettik. Yolun doğallığı, yolculuğun doğallığı, dostların ve niyetlerin saflığı. Bir dostumuz hasbihal esnasında ‘niçin yürüyoruz/koşuyoruz?’ diye sormuştu da çok anlam yüklemek istememiştim ve gayrı ihtiyari ‘keyfimiz için koşuyoruz’ demiştim. Sonra bir slogan bulmuştu bize; ‘keyfe keder koşuyoruz!’ diye. Güzeldi ama etrafımızda ve yanı başımızda acılar yaşanırken bu sloganı kullanmak istemedik.

Diğer bir dostum bu yürüyüşler için “hayata koşuyoruz” sloganını önerdi, çok hoşumuza gitti. Evet doğru, hayata koşuyoruz biz. Yaşamaya ve yaşatmaya koşuyoruz. Hayy olana vardığımızda belki mahcubiyetle ama utanç yüklerini taşımadan huzura varmak istiyoruz. Ki asıl menzil o. Son durak o. Ultra maraton o. Asıl madalya orda. Orada boynumuza madalya taktırabilirsek bizden daha iyisi var mı!

Hayata koşuyoruz çünkü Azerbeycan’daki şehidin yaşadığını da inanıyoruz, İzmir’deki şehitlerimizin yaşadıklarına da. Tüm parkuru turlarken, bizlerin bugünlere gelmesinde emeği olan şehitlerimizi yad ederek koştuk. Çünkü şehitler hayatın savunucularıdır. Yaşatanlardır. Yaşatmak uğruna candan vazgeçenlerdir ama ölmeyenlerdir, ölümsüzlerdir. Her bir şehidimiz yol gösterenlerimizdir. Önden giden atlılarımız, en önde yürüyen ve koşanlarımızdır. Yol bulan ve yol açanlarımızdır.

Sonra Hareket Grubu’ndaki dostlarımız “Umut Hayattır!” sloganına karar verdiler ve kıyafetlerimizde yer alacak şekilde “umuthayattır” şiarıyla koştuk. Umuda, aşka, hayata, yaşamaya ve yaşatmaya koştuk. Her km’de “selam” gönderdik selamı hak edenlere, selama ihtiyacı olanlara, selamın uğraması gerekenlere.

15. km’de 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’ne varırken zihnimden o kadar şey geçti ki, anlatamam. Halil Kantarcı’yı düşündüm, ‘güzel bir şey olsa da yüksek sesle tekbir getirsek’ deyişini hatırladım, Allahu Ekber dedim. Bir şeye tepki olsun diye değil, birilerine kızgın, küskün olduğum için değil, savunmacılıktan da değil. Neyi kime karşı savunuyoruz ki! Bu vatan bizim, bu din bizim, hepimizin yani. Eksiğiyle gediğiyle birlikte yaşıyoruz, birlikte yürüyor ve koşuyoruz. Allah’ın en yüce olduğuna inanarak insan olduğumuzu, en şerefli mahluk olduğumuzu hatırlıyoruz. Yaşamamıza vesile olan gencecik Abdullah’ların kanlarının aktığı zeminde ağlayarak değil, umutla koşuyoruz. Çünkü şehitler umudun kamçılayıcılarıdır. Bizi kısır döngüden çıkartıp yenide hayata tutunduranlardır.

İşte bunun için hayata ve umuda koştuk Usta! Bir bitkiyi daha canlandırmaya, bir canlıyı daha korumaya, bir ayrımcılığı daha söndürmeye koştuk Usta! Bir ihtilafı gidermeye, bir küçük hesabı teğet geçmeye, büyük bir hesabı bozmaya koştuk. Selam verdik tüm şehitlerimize, güzel Boğaz’a selam verdik, Şehr-i İstanbul’a, erenlere, gazilere, yiğit erkek ve kadınlara selamlar gönderdik. Yoksullara, yoksunlara, mazlumlara, unutulunlara, kaybolanlara selam gönderdik. Nice güzel insanları, işleri, kurumları selamladık.

Büyük laflardan bıktık be Usta! Küçük ama kararlı adımlarla yürüyoruz. Bazen koşuyor, bazen dalıyor, bazen tırmanıyoruz. Bazen sürüyoruz hayatı. Aslında kendimizi sürüyoruz Usta, kendimizi diriltmeye, yaşatamaya çalışıyoruz. Kendimiz olmak için çabalıyoruz. Bütün hesapların, kavgaların, çıkarların üstünde Büyük Usta’nın dediği gibi, “Yürü, ayağına Kudüs gücü gelsin’i yaşamak istiyoruz.

Hamdolsun, koştuk. Bir menzile daha vardık. Bundan sonrasını planlamadık. Rabbim neye koşturursa oraya koşacağız. Yolculuğumuza devam edeceğiz. Yolu ve yoldaşları seveceğiz. Küçücük adımlarla başladığımız yürüyüşümüzle hayata ve umuda koşmaya devam edeceğiz.