Hepimizin sınırları var. Doğuştan gelen sınırlar, sonradan çizdiğimiz sınırlar, dayatılan sınırlar, fark edemediğimiz sınırlar…

Yürümediğimizde sınırlarımızın farkına da varamayız. Aynı yerde dönüp dolaşırız. Çok daha hareketsiz isek dönüp dolaştığımızı bile fark edemeyiz. Ancak yürüyenler sınırlarının farkında olurlar, sınırlara dayanır ve onlarla yüzleşirler.

Her yürüyüş risk barındırır. Risk deyince hemen aklımıza korkulacak hususlar gelir ama aslında risk barındırmadığını zannettiğimiz yürüyüşsüzlük hali ise zaten bir tür yokluk ve ölüm halidir. Yürüyüş için harekete geçtiğimizde yüzleştiğimiz sınırlar da risk barındırır hem de azımsanmayacak riskler. Değil mi ki “hayatın kendisi risktir” demiş eskiler. Çünkü hayat her anlamıyla canlılık halidir, adeta her an yürüyüşe çağırır bizi.

Sınırlar çoğunlukla kendi ellerimizle çizdiğimiz sınırlardır. Bizi daraltan, insan olmamıza mugayir sınırlar. Yürüyerek dayandığımız sınırların çoğu aynı zamanda aşılması gereken sınırlardır. Bu yönüyle sınırları aşmak aslında çok güzeldir.

Sınırları zorlayanlar ancak çıkışa yol bulurlar. Tersinden cümleyi kurarsak, çıkış arayışında olanlar ancak sınırları zorlar. Hannibal’e atfedilen “ya bir yol bulacağız, ya bir yol açacağız” sözünü de bu çerçevede anlayabiliriz.

Yürüyüşe karar veren ve yürüyenler çıkış arayanlardır. Mevcut hale razı olmayanlardır. Yeni yollar, mekânlar, dünyalar için uğraşanlardır, soranlar ve sorgulayanlardır. Ve yürüdükçe sınıra dayanırlar. Sınır onları korkuttukça yeniden kuşanırlar umudu ve aşkı. Zorlandıkça sabırla tekrar tekrar yürürler, düşerek kalkarak yürürler. Sınırı ve ışığı fark ettikten sonra ya körelmişliğe, daralmışlığa mahkûmiyeti kabul edecekler ya da güneşe yolculuğu devam ettireceklerdir.

Kuşatılmışlığı yarıp çıkışa yönelmek için her adım atıldığında, risk de umut da artacaktır. Çıkışa yürüdükçe daha çok ter ve gözyaşı dökülecektir. Acılar ve yorgunluklar olacaktır. Ama her adım, çıkışa bir adım daha yaklaşmak demektir. Ve çıkışa yaklaşan her adım, arkadan yüzbinlerce adımın gelmesine müjde olacaktır.

O kadar çok sınırlarımız var ki! Dolayısıyla o kadar çok çıkışa ihtiyacımız var ki! Hangi birini sayayım bilmiyorum. Zihinsel sınırlarımız, bedensel ve ruhsal sınırlarımız, siyasal ve toplumsal sınırlarımız, hatta kutsal zannettiğimiz sınırlarımız… Bu kadar sınırı hangi arada çizdik kendimize? Bu kadar sınırı nasıl aşabiliriz?

Yürüyüşle tüm sınırlarımızı aşmanın startını vermiş oluruz. Her bir adım bizi yeni çıkışlara sürükleyecektir. Ummadığımız kapılar açılacak, aşılmaz zannettiğimiz engeller aşılacak, korku duvarları peyderpey yıkılacaktır. Bir tür “huruç harekatı” gibi tüm karanlıklar yarılıp ışık fark edilecektir. Işığı, güneşi fark edenler gerçek yürüyüşçülerdir. Kimse tutamaz onları, hiçbir barikat engelleyemez onları. Truman Show’daki gibi adeta.

Teknolojinin gelişimiyle birlikte her zamankinden daha fazla gerçeklikten uzaklaşma riski yaşıyoruz. Küresel ölçekte yaşanan sağlık, iklim, savaş, göç, ekonomi vb birçok, tek merkezli ve tek tip gelişme bizi daha çok edilgen yapıyor, daha çok sınırlıyor. Tüm bu engeller karşısında çıkış yapabilmek ve yapay sınırları aşabilmek için yürüyüşe ihtiyacımız var. Sabırla, kararlılıkla, yılmadan ve usanmadan yürüyemeye ihtiyacımız var. Tek merkezli ve tek tip sınırlara karşı çokça ve çok yönlü yürüyüşe ihtiyacımız var.

Ve yürüdükçe fark edeceğiz, fark ettikçe çıkış bulacağız, çıkış buldukça umutlanacağız, umutlandıkça da kazanacağız…