Hayata çılgınca baktığım lise çağlarımda Naim Abi’yle Erbakan Hoca’nın İslam Dünyası’ndaki konumunu tartışırdık. O beni Erbakan Hoca’nın tüm dünya liderliğine ikna etmeye çalışırken ben ise Hoca’nın basit cümlelerine takılmıştım. Kitaplar deviriyordum ve kitaplardaki güzel cümlelerle Hoca’nın espriye boğulmuş konuşmaları arasında bir türlü uzlaşı sağlayamıyordum…

Lise son sınıfta Faik Abi girdi devreye ve yolumuz Balgat’ta tipik pansiyon formatında düzenlenmiş Eğitim Merkezi’nde kesişti Erbakan Hoca’yla. 

Çılgın bir adamla tanıştım o gün. Olabildiğince otoriter, olabildiğince devrimci…

“Bir numara olacaksınız! Her ne iş yapıyorsanız yapın ve her ne iş yapacaksanız yapın bulunduğunuz ortamın dominantı olacaksınız! Dağdaysanız çoban, köydeyseniz muhtar, okuldaysanız sınıf başkanı…”

“Sağlık için günde şu kadar saat uyumalı…” direktifleriyle tanışmamıştık, deli kanımızla çılgınlar gibi bütün dünya (hem de yarından da yakın) bizim olacakmışçasına oradan oraya koşturuyorduk. Hem büyüklerimizin hem de bizim kuşağın fitilini ateşliyordu Erbakan Hoca…

Hoca sadece mücadele fitilini ateşlemekle kalmayıp tüm yaşamımızın programını oluşturmaya çalıştı. Belki birileri bunu bir tür mühendislik olarak değerlendirecek ama insafla 30-40 yıl öncesinin konjonktürüne dönülebilse, sesini çıkartamayan ve kendini gizlemek için kırk takla atan bir kitleye verilen mesajın büyüklüğüyle karşılaşılacak…

İlmi salt rızık endişesiyle öğrenen Babam, bir gün şehre gelen “Erbakan isimli zat”ı dinleyerek hayatını anlamlandırmıştır. Cumhuriyetle sindirilmiş sessiz çoğunluğun ses vermesini sağlayandır Erbakan. Bugünlerde özgürce Gazze için Mısır için ses verebilen toplulukların mimarıdır O…

Adalet hakkı teslim etmekse; en büyük adaletsizlik de bir sürecin kurucularını es geçmektir. Veya bir başka açıdan bakarsak; birkaç eksiklik üzerinden bir değeri yok saymaktır. Erbakansız Türkiye’deki İslamcıların/dindarların siyasi-sosyal-ekonomik mücadelelerini doğru anlamış olmayız. Erbakansız Ak Parti’yi de doğru anlamış olmayız. Ve Erbakansız Tunus-Mısır ve Ortadoğu’daki gelişmeleri de eksik anlamış oluruz…

En son birkaç yıl önce görüştüğümüzde de Hoca’dan yine Balgat’ta dillendirdiği cümleleri duydum. “Cihad bir vakitle sınırlı değildir! Ömrün sonuna kadar verilmesi gereken bir mücadeledir! Ve cihad, artık/boş zamanlarda verilmesi gereken bir uğraş değil, en verimli vakitlerimizdeki çabalarımızdır…”

Küreselleşen çağı önceden öngörmüşçesine her bir organizasyona sınırlar aştırandır Hoca. Kırgızistan’da ilk adil düzen uygulamalarını, Pakistan’la, Mısır’la tecrübe paylaşımını böyle okumalı. Avusturya’ya, Kanada’ya, Güney Afrika’ya uzanmayı böyle görmeli, son on yıldaki daralmaya rağmen…

Hoca’da hiçbir şey değişmedi yaşı dışında. Değişimin tabulaştırıldığı bir çağda O ısrarla ve inatla değişmiyordu.  Değişime kapalı olmak bir eleştiri sebebiyse savunularında sebat etmek de bir kararlılık göstergesiydi.

Hoca kırk yılı aşkın mücadelesinde fiziksel ve fikirsel anlamda yalnızlığıyla imtihan olurken biz de tarihe yön veren bir mücadele adamına hakkını teslim edip etmemekle imtihan oluyoruz.

Birçok kıymet, yitirildikten sonra anlaşılır. Erbakan’ın yanlışlıkları O’nun hakkını teslim etme haksızlığına sürüklememeli bizi.

Bir gün gelecek hepimiz O’nun için “çığırlar açan idealist bir insandı!” diyeceğiz, son tahlilde…

(Bu yazı 17.02.2011 yılında Erbakan Hoca’nın vefatından 10 gün önce timeturk sitesinde yayımlanmıştır.)