Tarih bölümünde okurken Ortaasya Tarihi derslerini bir türlü sevemedim. Belki de hocamızın kendini Atilla’nın atının kuyruğunun bağlanış biçimine, kımızın lezzetlerine, kafatası ölçümlerine odaklamasıydı beni bu derslerden soğutan.
“Ümmet” kelimesi ile “Ortaasya” kelimesi birbirine tezat algılanmaktaydı o hızlı dönemlerimizde ve Doğu’nun ortasının cazibesi ve sıcaklığı Asya’nın ortasının uzaklığına ve soğukluğuna galebe çalmaktaydı…
Gün geldi, en hoşlanmadığım dersle imtihan oldum ve Ortaasya’nın havasını teneffüs ettim yıllarca. En önemsiz gibi gelen nice bilgileri tek tek yaşadım. Faydasız zannettiğimiz bilgilerin bile günü ve zamanı geldiğinde yüzyüze kalacağımız gerçeklikler olacağını anladım.
Atilla’nın, Timur’un at koşturduğu vadilerin, çöllerin ve dağların İbn Sina’ya da meskenlik ettiğini, Mevlana’yı doğurduğunu, Buharîlere ev sahipliği yaptığını yakinen yaşadım ve bir coğrafyanın bizim merkezimize uzak olmasının verimsizlik algılamasına gerekçe olamayacağını anladım.
Hani şehirlerin ruhu olduğunu söyleriz ya; bu coğrafyada her şeye rağmen ruhu bir kalıba oturmuş, dinginlik ve sükûnetle yoğrulmuş şehirler tanıdım. Mekke’de, İslamabad’da, Bosna’da, İstanbul’da, Diyarbekir’de, Gazze’de dolaşmakta olan ruhun, Semerkand’da da, Buhara, Hojand ve Celalabad’da da dolaştığını anladım.
Beş yıl önce ilk seyahatimden önce birkaç okuma yapmak istedim. Ortaasya’nın son 75 yılına rengini vermiş olan Rusya’ya ve tarihine dair kayda değer eser bulamayarak ilk şoku yaşadım. Oysa yanı başımızda onlarca Batı Tarihi çalışması vardı. Bir yönümüze (Doğu’ya yani) ne denli kapalı olduğumuzu ve bir yanımın eksikliğini anladım.
Yıllarca nice güzel insanlar tanıdım bu coğrafyalarda. Beraber gülebildiğimiz, beraber eğlenebildiğimiz ve beraber ağlayabildiğimiz ortak değerlerimizin çokluğunu gördüm. Algılamalarımızın tersine bu ortak alanları şekillendirenin etnik yapı değil İslam kültürü olduğunu anladım.
Alnında secde izi olan, yüzüne baktığınızda size Allah’ı hatırlatan, İstanbul ve Diyarbakır’da yaşadığım kardeşliğe eş yüreği cesur dostlar tanıdım. Ortaasya’ya kapalı bir kardeşliğin eksik kalacağını anladım.

 

Uzaktan gazel okuduğumuz ya da gazel okumaya dahi gerek duymadığımız Ortaasya ile tanışırken Ümmet’in diğer bir parçasına uzaklığım(ız)dan utandım. Bu coğrafyaya Atilla’nın atını kutsayarak bakmak kadar “hiç bakmama”nın da yanlışlığını anladım.
 
(Bu yazı 10.02.2011 tarihinde Timetürk’te yayımlanmıştır)