Gezdiğimiz coğrafyaların ruhunu en iyi kadınlarda görürüz. Kadınlar tüm esrarengiz teşebbüslerine rağmen daha doğaldırlar…


Erkek savaşır, erkek hızlı koşar ölüme, erkek unutmaya zorlar kendini ama acıyı en uzun, kadınlar yaşar…


Kadın toplumun mutlulukta ve hüzünde aynasıdır. Kadın, kadınlığını yitirmemişse en iyi emekçidir…

Başörtüsü imtihanının Türkiye arenasında da, savaşmış veya gurbete gitmiş çocuklarının yükünü taşırken Orta Asya’da da kadın, daha çok insandır…



Yaşlıca bir Tacik kadın düşünün; erkeklerinin bir kısmı iç savaşta ölmüş, bir kısmı iç savaş sonrası çoğunlukla alkolik olmuş, çocukları ise Rusya’nın çirkef gurbet ortamında perperişan…

Torunları için “yabancı”lardan kullanılmış elbise istemek zorunda kalan, her sabah yaşlı haline rağmen onlarca litre sütü omuzlayıp kapı kapı dolaşan bir emekçi düşünün; evinin yükünü, adeta Duşanbe’nin yükünü omuzlamış gibi hissedersiniz…



Doğal sütün tadını Duşanbe’de aldık. “Süte su katanlar” elbette her toplumda vardır. Duşanbe’de süte su katmayanı bulmak büyük bir nimetti…

Bir gün yaşlıca Tacik kadın kapımızı çaldı. Tacik komşumuz bahsetmiş süt ihtiyacımız olduğundan. Çok sevindik ve her hafta almak üzere sözleştik…

Birkaç hafta düzenli süt getirdi Sütçü Kadın. En son geldiğinde eşimden, çocukların kullanılmış giyeceklerinden istedi utanarak…
Seve seve giysiler ayırdık, Tacik kadın yok!

Doğal köy sütü bekledik, Tacik kadın yok!

“Bu da istikrarsız çıktı!” dedik, “Bu da kelek yaptı!” dedik, “Gelse de artık, ayırdığımız giysileri başkasına vereceğiz!” dedik. Dedik de dedik…

Tacik komşumuza ulaştık; “ulaşamıyoruz Sütçü Kadın’a” dedik, yine de haber yok…



Biz “su-i zann”larımızla gönlümüz rahat gün geçirirken bir akşam telefon geldi komşumuzdan; “sütçü kadın ölmüş!”…

“Hüsn-i zann”ın ne kadar güzel bir ahlaki davranış olduğunu iliklerimize kadar hissettik. Sütçü Kadın’ın âhını almıştık. Sütçü Kadın’ın hakkına girmiştik…

Birkaç litre süt uğruna, birkaç kullanılmış kıyafet adına bir halkı genelleyerek suçlamıştık, İstisna olabileceğini unutmuştuk, Peygamberin ahlakını es geçmiştik…



Sabah erkenden kapı zili çaldı; karşımızda Sütçü Kadın değil, Sütçü Kız vardı artık…

Bir çocuk bu kadar mı olgun olur!

Bir çocuk bu kadar mı olgunlukla hüznü tek bakışta toplar!

İkinci kez kahrolduk; gelen Sütçü Kız, vefat eden Sütçü Kadın’ın torunuymuş. Ninesinin bütün yükünü Sütçü Kız omuzlamış; ekmek peşinde, onur peşinde sabahın erken saatinde “yabancı”nın kapısını çalıyor…

Ve sütçü kız başörtülü, ve sütçü kız onurlu; “süt alır mısınız?” diyor, yalvarmıyor…

Bir kez daha süt istedik, vicdanımızı rahatlatmak için yeni kullanılmış giysiler de vereceğiz Sütçü Kız’a…

Ama artık ulaşamayacağımız Sütçü Kadın’ın âhı bizi yakalar mı bilinmez, Sütçü Kadın bizi affeder mi hiç bilinmez…



Duşanbe’de su-i zann’ın acı tecrübesini yaşarken Türkiye’deki Müslümanların yaşam biçimiyle kıyas dahi edemiyorum. Varlık ve yokluk arasında, saflık ve kirlenmişlik arasında, sindirilmişlik ve azmışlık arasında iki ayrı dünya…

Karın tokluğuna çalışan dindar Tacik kızla, çocuğuna günlük 100TL harçlık vermeyi marifet sayan İslamcı Kadın…



Evet, toplumların ruhunu en çok kadınlar yansıtır…

Arap devrimlerinin derinlemesine analizlerini yaparken; Sütçü Kadın’ın âhı tokat gibi çarpar yüzümüze…

Bizler, Sütçü Kız’ın başına örttüğünü Türkiye’de es geçip seçim kulisleri ve entrikalarıyla (diğer adı “su-i zann”ile ) kocaman stratejistler olurken; bir çocuğun, bir kadının, bir insanın, bir Taciğin, bir Kırgız’ın ve hatta bir hayvanın hakkına geçmek elbette çok da önemli olmaz…

Çünkü biz bu kadar küçük şeyler düşünemeyecek büyük stratejistleriz!

(Bu yazı 15.05.2011 tarihinde Timetürk’te yayımlanmıştır)