İlk kurulduğunda Başakşehir’e yerleşenlerdenim. Kuruluş aşamasında Başakşehir, yaşamın zor olduğu yerlerdendi. Birkaç yıl yurtdışında kaldıktan sonra tekrar Başakşehir’e döndüm, daha yaşanılabilir hale gelmişti…
Gittiğim yerlerde hayata tutunacak birşeyler ararım. Öyle koca koca şeylerden bahsetmiyorum, küçücük şeyler, minnacık vesileler…
Tacikistan’da yaşadığım dönemde Başakşehir’in ilk yıllarıyla dahi kıyaslanmayacak zorluklarla karşılaştım. Elektrik kesintisi, ısınma problemi ve hatta erzak temini. Yine de başkent Duşanbe’de hayata tutunacak bir dal bulabildim; Rudaki isimli caddede 1,5 km’lik yürüyüş yolu…
Yürüyüş yolu dediysek hani özel bu iş için hazırlanmış falan değil ama en güzel yanı tarihi çınar ağaçlarının olmasıydı. Ta Ruslar döneminde düzenlenmiş çınar ağaçlarının eşlik ettiği bir yol…
Enteresan bir şekilde Tacik dostlarımız o yolda spor amaçlı pek yürüyüş yapmazlardı. Genelde yabancılar tercih ederlerdi yolu. Böyle güzel bir yol Başakşehir’de olsaydı biz de yürürdük derdim kendi kendime…
Tabi Başakşehir’in ilk yıllarında tek yürüyüş yolumuz 1. Etap’taki kısa parkurdu, doğrusu o parkur hem yetmez hem de biraz kibre kaçacak ama bizi tam kesmezdi…
2011’de tekrar Başakşehir’e yerleşince hala eski kodlarla tutunacak dallar aradım. Günün çoğunu dışarda geçiren biri için Başakşehir’e tutunmak zordur. Bu zorluğu aşmak için küçük vesileler peşinde koşarken Sular Vadisi ile tanıştım…
Benim için orası Sular Vadisi olmaktan çok “Yürüyüş Vadisi”ne dönüştü; önce Vadi’deki 1,5km’lik parkuru kullandım, bir süre sonra kalan bölümlerini…
Doğrusu bu küçük vesilelere tutunmak kolay olmadı. Tarihi bir yürüyüş yolundan yapay zemini olan bir yola geçiş yapmıştım. Daha steril olsa da Duşanbe’deki gibi gölgesine sığınabileceğim çınar ağaçlarım yoktu…
Fidanlarla teselli buldum; ilkbaharda çiçek açmalarını adım adım takip ettim. Onlar bana gülümsedi, ben de onlara. Ama henüz çocuklardı, büyüyecek kocaman olacaklardı. Büyüklüklerini hayal ettim. Sonbaharda dökülen yapraklarıyla tefekkür ettim. Her sabah çıktığımda yerleri renk cümbüşüne çeviren sanat eserlerini izledim…
Bazen ümitsizliğe kapıldım. Bunca ahalinin yaşadığı bir şehirde ne kadar da az yürüyen vardı! İnsanlar kutu gibi dairelerinden neden çıkıp da kendilerini vadilere bırakmazlardı! Tertemiz havayı teneffüs etmek varken neden kapalı salonlarda sporla uğraşırlardı! Sessizce vadi boyunca yürüyüp hem tefekkür edip hem de dinlenmek varken neden gürültülü salonlarda kafalarını şişirirlerdi!
Başakşehir’de yaşayıp da dışında çalışanlar Başakşehir’deki dostlarıyla buluşamamaktan şikayet ederler. Oysa “Yürüyüş Vadisi” bunun için biçilmiş kaftan. Dostlarla Vadi’de sabah erken ya da akşam buluşup hem yürüyüş yapıp hem de hasbihal etmek neden tercih edilmez ki!
Klişe olacak ama burnumuzun dibindeki nimeti görmüyoruz…
Nimeti bihakkın değerlendirmiyoruz…
Vadi’yi sadece belli programların yapıldığı, belli dönemlerde şölenlerin düzenlendiği, zaman zaman çocukların götürüldüğü bir yer gibi algılıyoruz…
Oysa bu tür mekanların şafak vakti var, gecesi var! Sabah ezanıyla yola çıkan Ömer Nasuh Bilmen Camisi’nde namazını kılıp Vadi’ye inebilir. İmam-ı Azam’da da, Tunahan’da da, Bilal-i Habeşi’de de namaz kılıp akabinde kendinizi Vadi’ye bırakabilirsiniz…
İyisi mi ben size bir program sunayım; Bilal-i Habeşi’de sabah namazını kılın, Vadi’nin üst kapısından aşağıya doğru bırakın kendinizi. Ya da tam tersi Vadi’nin aşağı girişinden yeni açılan Selman-ı Farisi Camisi’nden besmele çekin yürüyüşe.
1,5km’lik parkuru geçince viyadüğün altından karşı parkura geçin Çınar koleji’ni geçip parkuru bitirince yolun diğer tarafındaki Başakşehir Lisesi’nin yanındaki parkuru göreceksiniz. Sabırla yürüyün, yaşa başa bakmadan dönüşü düşünmeden devam edin, son parkuru bitirince zaten Vadi’yi bitirmiş olacaksınız. Yaklaşık 5 km yürümüş olmanın, tefekkür etmenin, beraber yürüdüğünüz dostunuzla hasbihal etmenin keyfini yaşayacaksınız.
Tabi bunun bir de geri dönüşü var;
Korkmayın! Hele hele kıştan hiç korkmayın!
Allah bize müthiş potansiyel bahşetmiş; geliştirdikçe gelişecek vücut bahşetmiş. Zorladıkça tahammül edebilecek irade vermiş…
Yeter ki tembelliği atalım üzerimizden…

 

Yeter ki yanıbaşımızdaki miniminnacık vesilelerin kocaman anlamlarına açalım yüreğimizi…
(Bu yazı 15.01.2015 tarihinde 212haber gazetesinde yayımlanmıştır)