Yürüyüşü sadece yürümekten ibaret görmüyorum. Yürüyüş uzun bir yola çıkmaktır. Yolda olmak ve yol almaktır. Bazen denizde yol alırsınız, bazen karada; bazen havada yol alırsınız bazen de bir bineğin üstünde; at olur, motor olur, araba ya da bisiklet olur.
Triatlon yürümenin üç halini barındırır; yüzerek, binerek ve koşarak yol alırsınız. Yürüyüşünüz bu her üç halde de kendinizedir. Peygamber (sav)’in “Evlatlarınıza yüzmeyi, binmeyi ve atıcılığı öğretin!” buyruğunun kısmi tecessümüdür.
Ahmet Yüksel Özemre’nin hayatını okurken Pentatlon ile (yüzme, atıcılık, eskrim, binicilik, koşu) yaptığını okuyunca çok şaşırmıştım ve Peygamberimiz (sav)’in “atıcılık” tavsiyesinin dahil edilmesine sevinmiş, bundan cesaret almıştım.12 Eylül 2021’de Dünyada ilk defa düzenlenecek olan Boğaziçi Kıtalararası Triatlon Yarışması’nı duyunca bir anda katılmaya karar vermiştim. Çok da hazırlıklı değildim. Özellikle bisiklet kısmında zayıf olmam beni endişelendirmişti ama yarış günü başlayıp gayret edince birkaç aksiliğe rağmen tüm etapları tamamlamak nasip oldu.
Hayatımızın bir yürüyüşten ibaret olduğuna hep inandım. Yürümenin de püf noktasının başlamak olduğuna. Başlayınca, adım atınca, yola çıkınca, kapıdan çıkınca yürümüş oluyorsunuz. Yürüdükçe yol alıyorsunuz. Yol aldıkça yürüyüşün ne çok şey olduğunu fark ediyorsunuz.
Boğaz’da yüzerken denizin karartısında korkuyu, sualtı yaşamında farklılığı, su üstündeki dalgalar ve akıntıda sonsuzluğu yaşıyorsunuz. Bisikletle köprüleri geçerken kıtaların birleşmesini, hızlanırken hayatın kısalığını, yavaşlarken tefekkürü yaşıyorsunuz. Beykoz’da sahilde koşarken tarihi yaşıyor, sabah yeni dükkanını açmış esnafla selamlaşırken bereketi hissediyor, doğanın güzelliğini görürken de şükrü yaşıyorsunuz.
Eğer acımasız yarış modunda değilsek, keyfimizce yürüyorsak, aslında yürüyüşlerimizde bütün boyutlarıyla hayatı müşahede etmiş oluyoruz. Hayatı indi boyutlarıyla yaşamak, edilgen yaşamak, tüketerek yaşamak bizi kendimizden uzaklaştırıyor. Suyla, havayla, toprakla buluştuğumuzda hayatın bizim ürettiklerimizden ibaret olmadığını fark ediyoruz, haddimizi bilmeye başlıyoruz.
Yürüyüş suyun azizliğini, havanın nimetini, toprağın bereketini hatırlatır bize. Yürüdükçe kendimiz dışındaki yaşamlara ve alanlara daha saygılı olmaya başlarız. İnsanlığın özellikle son yüzyıllardaki hoyratlığından ibaret olmayan bir kainatın varlığını hissederiz. Çünkü yürüyüş düşünmektir, anlamaktır, keşfetmektir. Çünkü yürüyüş çabalamaktır, yaşamaktır, yaşatmaktır.
Yüzerek, binerek, koşarak ve atarak aslında vücudumuzun tüm sınırlarını, sinirlerini, kaslarını, hislerini harekete geçirmiş oluyoruz. Allah’ın yarattığı her bir hücrenin kıymetini ve geliştirilmesi gerektiğini kavrıyoruz.
Hareketin bereketini yaşıyoruz. Durağanlığın, tembelliğin, pasifliğin aslında tüketmek olduğunu, emanete hürmetsizlik olduğunu anlıyoruz. Bedenimizi, ruhumuzu ve zihnimizi aynı anda devreye sokuyoruz. Bir bakıma bütün yönlerimizle insan olmuş oluyoruz, tamı tamına insan olmuş oluyoruz. Bütün yönleriyle insan. Fizik ve metafizik boyutuyla insan. Dipdiri insan. Dağların kaldırmaya cesaret edemediği ağır emaneti omuzlayabilecek güçte insan.
Yürüyüş çok şeydir. Her çabamız bir yürüyüştür. Yeter ki besmele çekerek adım atalım. Yeter ki seher vakti yola çıkalım. Yeter ki yol almanın gerekliliğine inanalım. Göreceksiniz ki yolumuz da aydınlanacak, istikametimiz de kavileşecek, en şerefli mahluk olarak, irademizle çok şey yapmış olacağız.